Feeds:
Yazılar
Yorumlar

GÜNEYYURT YÖRESİNDEN BAZI OYUNLAR


GÜNEYYURT YÖRESİNDEN BAZI OYUNLAR

 

        ÇELLİK (çelik-çomak)

Çocuklar arasında en fazla oynanan bir oyundur.
Malzemeler: bir metre uzunluğunda bir değnek ve kırk cm uzunluğunda bir çelik.
Çocuklar en az ikişerli olarak iki gurup oluştururlar, yasaklar belirlenir; mesela ekili alan yasağı gibi, merkeze ufak bir çukur açılır, çukurun üstüne çellik konur altına da değnek.
1.gurup başında durur ve biri değnekle çeliği fırlatır, 2.gurubun elemanları da karşı taraftadırlar ve çeliği yakalamaya çalışırlar: eğer çeliği havada yakalarlarsa oyun kendilerine geçer.
Yakalayamazlarsa düştüğü yerden değnekle çeliği üç kere çelme hakkı doğar ilk oyuncuya;
Çeliğin üstüne sürterek değnek altına alır ve havalanınca ardından değneği kuvvetle vurur, düştüğü yerden bu işlem üç kere tekrarlanır ve mesafe ölçülür. Mesafe ölçülmeden önce, çelen oyuncu karşı tarafa kaç dıkız veriyorsun der, onlarda tahmini bir dıkız sayısı söylerler ve değnekle ölçmeye gerek kalmaz. Ölçerken aynı değnek kullanılır; bir..iki..diye dokuza kadar sayılır ve on yerine DIKIZ denir..başta bir dıkız sayısı belirlenir, mesela 50, elliye kim önce ulaşırsa karşı taraf anlaşılmış bir ceza uygular.

 Oyunculuktan düşme kuralları:
1-Ekili alana geçme
2-Çeliği değnekle ilk havalandırıp vuramama
3-Çeliği değnekle atınca, karşı taraf havada kaparsa atanın hakkı ölür.
4-Çeliği atan; adım karşı kurşu, der. Bunu demeyi unutursa, çelik yakına düştüğü takdirde üç atlamada atıldığı merkeze ulaşılırsa atanın hakkı ölür. Düşme gerçekleşmedikçe oyuncu oyununa devam eder, düşünce aynı gurubun 2.oyuncusuna geçer. Amaç; çeliklerin aldığı tüm mesafeler toplamında karşı guruba fark atmaktır, sonuçta; yenilen tarafa uygun bir ceza kesilir.

SİNNENMEÇ

Bir ebe belirlenir, mesela ortaya bir taş konur, o ebe olur. İki gurup yapılır, 1.gurup siner.
Ve ya gurupsuz oynanır; bir kişi ebe olur o taşı tutar. Gözlerini kapatarak ona kadar sayar bu arada herkes siner. Ebe gözlerini açmadan önce; önüm arkam sağım solum guk ebe. Der.
Sonra ebeyi de korumak kaydıyla sinenleri bir bir açığa çıkarır. Sinenler de ona yakalanmadan ebeye ayak basmaya çalışır. Yakalanmadan ebelerse oyunu o başlatır. Doğrusu yukarı salıda çalılar(maki)arasında çok iyi giderdi.

ARASTI KESTİ

Mutlaka iki gurup olmalı. İri bir taş ebe yapılır. Bir gurup kaçar öbürü kovalar.
Amaç; ebeyi kaçanlara karşı korumaktır. Kovanlar kaçanlara dokundukları takdirde dokunulan boşa alınır. Böylece birer birer, ebeletmeden oyun dışına alınmaya çalışılır.
Kaçanlardan biri ebe gurubundan birisi ile ebe taşı arasından geçerse  o kovalayan oyuncunun da hakkı ölür. Oyun; adını bu ara kesmeden almıştır. Kovulanlar da bu şekilde kovan gurubu bir bir dışarı alabilir ve oyunu kazanabilirler.
Bu oyunda ardıç çömezlerinin üstünden atlamak müthiş haz verir.

BANDIM GELDİM

Her oyuncuya bir ebe yeri, en az üç kişi oyuncu, bir kişiye karşı çok kişi, kolay kazılan bir yer belirlenir.
İlk oyuncu kura ile belirlenir, onu uzaklaştırmak için bir değnek fırlatılır, oyuncu onu en kısa sürede getirmeye çalışır, zira ebedekiler kendisine bir çukur açmaktadırlar. O gelince yeni bir oyuncu tespit edilir, değneğin ardından o gider ve kalanlar onun ebe yerinde çukur kazmaya başlarlar.
Hedef; en ağır kişiyi bulmak ve en derin çukuru ona hazırlamaktır. Ve o çukura sembolik olarak gömülür.
En iyi gabardıç da oynanırdı.

YALAK TAŞ

En az iki kişi, her kişinin altışar taşlı üç yalağı hazırlanır. Yukarı salı gibi çakıllı bir yer gerekir. Kura ile ilk göçen(taşları sağdan dağıtmaya başlayan)belirlenir. Yalak demek, altılı taş gurubunun etrafa saçılmaması için hafif çukurlaştırılmış avuç içi kadar yer demektir.
Kendi önünde ki istediği altılı taş gurubunu(yalak)göçer(yerinde bir  tanesini bırakarak sağdan atlamadan her yalağa birer tane koyar). Sonra karşı taraf göçer.
Hedef; göçülmüş olup ta çift denk gelen yalakların taşlarını kendi lehine çekmektir. Bunun için elinde ki son taşı koyduğu yalağın göçülmüş ve çift olması gerekir. Karşının hiç taşı kalmayıncaya kadar sürer. Kazananın taşları sağ yanında adeta bir küren oluşturur.
Kış günleri evlerde fındıkla da iyi gider. Yenilen yenişe doymaz, devamlı “hadi bi daa” der.

PISIRIK (BEŞ TAŞ)

Fındık büyüklüğünde beş taş alınır fazla yuvarlak olmaması iyi sayılır taşların el üstünde kalması bakımından. Herkes kendi adına tekil olarak oynar. İlk oyuncu anlaşarak belirlenir. Oyunun amacı elde edilen taş sayısını en yükseğe çıkarmaktır. Oyun, birler, ikiler, üçler, dörtler, ebeler ve el üstü bölümlerinden oluşur.

Oyuncu beş taşı ortaya tek tek toplayabileceği şekilde serptikten sonra en yanaşık olanı eline alır, onu havaya atarak yerdeki taşları tek tek yere düşürmeden toplar. İkiler bölümü için taşlar yere atıldıktan sonra onlardan birini gene elinde tutar ve yerdeki dört taşı ikişer olarak iki defada elindeki taşı havaya atarak düşürmeden alır. Üçlerde yerdeki dört taştan birini tek olarak, üçünü de bir defada alırsa dörtlere geçer. Dörtler için beş taşı ele aldıktan sonra dördünü avucunda tutarak tekini havaya atar ve ardından yere topluca koyar ve havadaki tek taşı onlarla beraber düşürmeden toplarsa ebelere geçer.

Ebelerde beş taş serpilir, sol elin baş parmağıyla şahadet parmağı gerilerek bir köprü yapıldıktan sonra eline taşın birini alır ve dördünü tek tek birbirine değdirmeden köprüden geçirir. Bunu da başaran finale yükselir ve beş taşı havaya atarak elini ters çevirir ve elinin sırtının üstünde beş taşı da düşürmeden yakalamaya çalışır, en az bir tanede yakalasa oyuna baştan başlama hakkını elde eder.

Bu şekilde en fazla taş sayısı oluşturan kazanmış olur. Oyundan çıkmak için bir yanlış yeterlidir, mesela yerden aldığı taşı havaya attığı taşla beraber tutamamak gibi.

GÜNEYYURT YÖRESİ ÖZEL DAMAK TADLARI


GÜNEYYURT YÖRESİ ÖZEL DAMAK TADLARI

 

DARI EKMEĞİ

 Bir Akdeniz yöresi olarak Taşelinin tam ortasında yer alan Güneyyurt ve çevresinde bol miktarda mısır/darı yetişir, Halkımız mısıra burada darı derler. Karadeniz bölgesinde olduğu gibi bu üründen çok çeşitli yemekler yapılır. Buğday gibi mısır da öğütülerek ya da kaynatılarak değerlendirilir. Koçanından ayrılan darılar öğütülerek darı unu elde edilir, fazla özü olmadığından 25 cm çapında ekmekler yapılarak içine kıyma, keş, vb katıklar konarak sıkıp yenilir. Koçanıyla beraber kaynatılan darılar bu şekilde kuruyunca sıyrılarak öğütülür ve darı bulguru, irmiği ve düğürcüğü elde edilir, bundansa başta pilav olmak üzere çok enfes yemekler yapılır. Bu yemekler sadece bölgemize hastır, aşağıda bazılarının tarifi verilecektir.

 KAPAMA NASIL YAPILIR?

 1-Kapama için, 25 cm çapında iki beze açılır

2-önceden ceviz içi ile kuru soğan’dan oluşan bir iç hazırlanır; bunun için göz kararı kuru ceviz içi ile kuru baş soğan senidin bir köşesinde okka taşıyla sürtülür. Okka taşı derelerden getirilen, kedi başı kadar olup çınga saçmayan pürüzsüz bir taş olmalıdır.

3-Senidin üstünde duran birinci 25 cm açılmış bezenin üstüne bu içten yeterince konur ve ikinci açık beze üstüne yamanır ve kenarları elle leğemlenir. Bu beze fazla açılmamalıdır zira içindeki malzemenin dağılma riski artar.

4-Yavaşça şişin ucuyla sacın üzerine konur ve patlamaması için dikkatlice çevrilir ve yakmadan pişirilir.

5-Ceviz ve soğan sürtülürken tuz atmayı unutmamalıdır.

Kişi başına bundan iki kapama normaldir, sıcak yenmelidir. Afiyet olsun.

 DARI SÜTLÜ ÇORBASI

Malzeme olarak, darı bulguru, süt, tuz, biber hazırlanır. Tencere de biraz sulandırılmış süt kaynayınca üç süte bir darı bulguru atılır, kısık ateşte pişerken sos olarak biber hazırlanır ve sıcak sıcak yenir.

MEŞLİ PİLAV

 Malzeme olarak meş, tereyağı, buğday bulguru ve ya darı bulguru. Yeterince suya meş atılır çatlayıncaya kadar kaynatılınca yeterli buğday bulguru eklenir birazda onunla pişer, yarı sulu olarak indirilir ve dinlendikten sonra ayrı tava da yakılan tereyağı tenceredeyken dökülüp karıştırıldıktan sonra yemeğe hazırdır.

Eğer meşli pilavı darı bulguruyla yapmak istersek meşle darı bulguru aynı anda konmalı ve su da bir oranda fazla olmalıdır.

PATELİ ÇORBA

 Patates, bulgur, tereyağı, salça ve ya kuru fürek, soğan.
Patatesler soyulup doğranır, soğan ince  kıyılır ve tereyağı tencerede salça tuz ve biberle kızartılıp sos yapılır, sonra patatesler ile beraber yumuşayıncaya kadar susuz pişirilir ardından yeterince bulgur ve su ilave edilir, kaynayınca ocak kapatılır. İsteğe göre nar, sumak veya limon sıkılır.

 KEKİK ÇORBASI

  Yufka kırıntısı(dıkım), tereyağı, kekik ve biber lazımdır. Tereyağı tavada kızartılır, biber, tuz ve kararınca kekik eklenir, bunlarla yapılan sosa kaynar su ilave edilir. Sonra, bir sahanda hazırlanan ekmek dıkımlarının üstüne dökülür.
Hamurlaşmadan, sıcak olarak yenir. Afiyet olsun.

 TEFEK ÇORBASI

 Bağ yaprağı, tereyağı, salça ve bulgur gerekir. Tencereye su konup kaynatılır, üzerine ufalanmış tefekler ve bulgur atılır, onunla da kaynayınca indirilip tavada hazırlanan salçalı tereyağı eklenir.


SÜT AŞLIĞI ÇORBASI

 Süt aşlığı, lahana göbeği, biber hazırsa süt aşlığı tencerede kaynayan suya atılır, biraz kaynayınca baş biberler de eklenir. Lahana göbeği kıyılıp ilave edilir kısık ateşte pişirilip servis yapılır. Süt aşlığı, Döğme’nin sütle pişirildikten sonra kış için kurutulmuşuna denir.

DARI PİLAVI

 Tencerede kaynayan suya darı bulguru pilav olacak ölçüde atılır. Bulgur pilavının aksine bir darı bulguruna dört su eklenir. Pilavda delikler belirince alınır ve tavada hazırlanan tereyağı cazzadak üzerine dökülür. Biraz soğuduktan sonra taze yoğurtla mükemmel olur.

BORANA

 Taze ıspanak, sarımsak, yoğurt, tereyağı, soğan hazırsa Taze ıspanak kökleriyle yani köke yakın  kalın yerleriyle beraber doğranır, tavada eritilen tereyağında önce soğan pembeleşinceye kadar kızartılır, ardından ıspanakla beraber kavrulur. Yoğurtla yemek için biraz soğuması beklenir.
Afiyet olsun fendim.

GÜNEYYURT ÇEVRESİNE HAS YEMEKLER


 GÜNEYYURT ÇEVRESİNE HAS YEMEKLER

Güneyyurt, Ermenek ve Taşeli’de dışa yeni yeni açılmakta olan üç çeşit yöresel yemek vardır. Bu yemekler hiç şüphesiz en iyi bu bölgelerde yapılır.

1-BATIRMA/BATIRIK

Batırma, tek kelimeyle irmiğin lezzete dönüştürülmesidir diyebiliriz. Bulgurun biraz incesi olan irmik, maharetli hanımların avuçlarında ezile ezile, içine katılan yerel çeşnilerle yaz günlerinin vazgeçilmez bir soğuk aşı haline gelir. Sıcak yaz günlerinin bu soğuk ve dinlendirici yiyeceği masrafsız ama biraz emek gerektirir. Ermenek yöresinin tescillemek için çaba harcadığı Batırık komşu il ve ilçelere de hemşerilerimiz tarafından yayılmaktadır. Dünya da eşi bir yerde bulunmayan Batırma aslında bir yemek öncesi iştah açıcıdır. Zira bütün hemşerilerimiz mutlaka üzerine daha ağır bir şeyler hazırlayarak onu bir soğuk aparat olarak alırlar. Sadece Güneyyurtta Batırma denen bu geleneğimiz komşu yerleşim yerlerinde Batırık olarak anılır. Batırık adı ayrıca, hemen hemen tüm ülkemizde kısır denilen ve çok çeşidi bulunan, hanımların toplantılarında tercih ettikleri ve birçok çeşniyle süsleyerek sundukları bir tür bulgur salatasına denmektedir.

Yapılış Şekli

Genellikle milimetrik ve gramaja dayalı bir tarif vermemekle beraber eli alışık olan marifetli bayanlarımız yarı yarı irmik ve baharat türleriyle yaparlar. Büyükçe bir leğene irmiği koyduktan sonra kışın bir kiloya yakın kuru domatesi sıcak suda ıslayıp üzerine döktükten sonra bahçede ne varsa feslikan, nane, rezene, tere, dibekte dövülmüş ceviz ve ya başka bir yağlı tohum, biber, tuz vb ekleyerek hafif hafif su ilavesiyle çiğ köfte kıvamına ve yenecek hale gelinceye kadar yoğururlar. Ardından bu miyaneden biraz ala konur. Sonra soğuk su ile sulandırılır ve toplu ve ya özel tabaklara servis yapılır. Sini etrafı boş yer olmayacak şekilde baş soğan haşlaması, lahana haşlaması, ekşi kulak, tere vb yeşilliklerle dolar.

2-BULGURCA/TARHANA BAŞI

Batırma’da olduğu gibi Bulgurca’da da başrolde irmik vardır, ancak burada esas lezzet unsuru 9700 tür bitkinin yetiştiği Anadolu’nun bu taşlı yaylalarında yayılan keçilerin etidir. Kıvama gelinceye kadar yine marifetli hanımların ellerinde birbirine giydirilen ve bahçe çeşnileriyle zenginleştirilen irmik ve keserle kıyılmış et çiğ olarak bile büyük bir hazla yenebilmektedir. 2010 yılından itibaren Güneyyurt belediyesince bu adla bir şenlik düzenlenmiş ve gurbetteki Güneyyurtluların büyük oranda sıla hasreti gidermelerine vesile olmuştur. Belediyemiz Bulgurca’nın kasabamız adına tescili için müracaat etmiştir. Bölgemizde hem en kolay olarak hem de en ağır olarak bütün misafirlere sunulan Dünyanın en güzel köftesi olan Bulgurca da sadece bu adla Güneyyurtta söylenir. Diğer komşu köy ve beldelerimizde Tarhana/Tarhana başı olarak adlandırılmaktadır. Bulgurca etle yapıldığı gibi patatesle de yapılmaktadır.

 Etli bulgurca için malzemeler

 

Önceleri bıçak arası ve ya keserle kıyılan et şimdilerde makinede çektiriliyor, yeterince ete bir o kadarda düğürcük eklenerek yöresel baharlı kuru bitkilerle kuru olarak bir müddet yoğurulduktan sonra yavaş yavaş soğuk su eklenerek aranan kıvam yakalanınca 1-2 cm kalınlığında 10 cm çapında dairevi şekilde sıkılarak hazır olan kömür, mangal ve ya saçta pişirilerek yanına yeşilliğin her türü ile acılı, turşu konarak yenir.  Afiyet olsun!

 

 PATATES BULGURCA’SI NASIL YAPILIR?

MALZEMELER

İnce Bulgur, Haşlanmış patates

Kavurma ve ya donyağı

İnce kıyılmış maydanoz

İnce kıyılmış fesleğen(Reyhan)

Biber ve domates salçası

 

 Haşlanmış patatesler soyularak püre haline getirilir. İçine yeter ölçüde 1/1 oranında bulgur ilave edilir. Domates ve biber salçaları sıcak suyla sulandırılarak ilave edildikten sonra bulgur şişinceye kadar beklenir. Fesleğen, maydanoz, kıyma ve yağ eklenerek iyice yoğrulur. Kıvamlı hale gelince elle şekil verilen bulgurcalar kömürde ve ya teflon tavada yeterince pişirilir ve servis yapılır. Yanına yeşilliğin her türü ile acılı, turşu konarak yenir.  Afiyet olsun!

 

 3-HERSE/KEŞKEK VE YAHNİ

Peygamberimiz aleyhisselamın evlenecek gençlere yemelerini tavsiye ettiği bu enerji yemeği yörenin en çok yapılan ve en çok sevilen aşı olup istisnasız tüm düğünlerde ağda ağda pişirilir ve üzerine dökülen soğanlı nohut yahnisiyle servis yapılır. Diğer iki yöresel damak tadımızda olduğu gibi bunda da esas unsur buğdaydır. Ancak burada kaynatılıp öğütülmeden dibeklerde ve ya şimdi değirmenlerde buğdayın kabuğu alındıktan sonra kırılmadan herse yapılır. Türkiye’nin çeşitli yerlerinde Keşkek adıyla bizdekine benzer aşlar yapılır ancak Taşeli ve Ermenek yöresinde ki gibi yaygın değildir. Bizim yöremizde düğünlerde sadece herse ve yahni yapılır. Fakir olsun zengin olsun oğlan evi mutlaka hazırlar ve özel davet yapmadan tüm mahalleli/köylü hoparlörle davet edilir ve gelin almaya çıkmadan önce yenir. 2010 yılında Konya da ikamet den Güneyyurtlular Loras dağında ilk defa “Güneyyurt Herse /Yahni şenliği düzenlediler. Geleneksel hale gelen bu şenlik bu yıl yani 2012 yılının Mayıs ayında Güneyyurtlular Eğitim Kültür ve Yardımlaşma Derneği tarafından düzenlenmektedir.

YAPILIŞ ŞEKLİ; HERSE

Evlerde özel olarakta yapılmakla beraber düğünlerde genellikle işi bilen ustalar görev alırlar. Herse için yeterli dövme ağdaya konduktan sonra pilav gibi pişirilir. Çok özlü ve kabuksuz buğday demek olan dövme yemeğini karıştırmak için bişek ve ya büyük ağaç kepçeler kullanılır. Kırılmamış bütün buğdaylar çok özlü bir yemeğe dönüşür ve üzerine bol miktarda kızartılmış tereyağı dökülerek servise hazır olur.

Yahni; öte yandan ayrı bir kazanda bol soğanlı, tereyağlı ve nohutlu yahni hazırlanır. Bunun için bir teke/keçi kesilir ve eti kemiğiyle kuşbaşı halinde önceden ayrı bir kapta piştikten sonra yahni kazanına eklenir. Eskiden her siniye herse konur ve üzerine yahni konarak gurup halinde yufkayla yenirdi, son yıllarda self servis şeklinde özel tepsilere verilmekte ve ayrı ayrı yenmektedir.

KASABAMIZIN SORUNLARI


  KASABAMIZIN SORUNLARI

Yaylalarımız ata yadigârı topraklarımızdır.

 Ermenek ve Güneyyurt deyince akla ilk gelenlerden biri de yaylalardır. İlçemiz ve beldemiz yayla bakımından çok zengindir. Hatta Karadeniz’in otantik yaylalarından daha da güzellerine sahibiz Allaha şükür.

 Bu yaylalarımızı şu adlarla sıralayalım;

 Tekeçatı yaylası, Balkusan yaylası, Saparca yaylası, Üssüz yaylası, Altıntaş yaylası, Sorkun yaylası Dedeli yaylası ve Tolbunar yaylası.

  Bu yaylalarımız tarihi birer de kimlik taşırlar. Adeta her taşın altında bir tarih çıkar. Her yer anıtlarla, örenlerle ve antik yerleşim yerleriyle doludur. Karaman oğullarının ilk kuruluş yeri olan ve 6 yıl başkentlik yapmış olan Ermenek ve çevresini bu ünlü hanedan asla bırakmamışlar ve yaylamaya da Karaman’dan buralara gelmişlerdir. Bildiğiniz gibi Karaman bey ve oğulları Balkusan köyünde metfundurlar.

 Bu alanlar tarih boyu daima ilgi odağı olmuş ve Dünyanın en güzel yaylak ve otlaklarına sahip olduklarından malcılarında hedefi olmuşlardır. 19.yüzyılda padişahlardan aldıkları fermanlarla yüzlerce km ötelerden bölgemize gelerek otlakıye almaya devam eden aşiretler hala vardır. Buralarda rakımlar 2300 m ye kadar çıktığından fazla bitki örtüsüne müsait olmayıp otlakıyeye daha uygundur. Ancak; Tekeçatı ve Bük bölgelerinin rakımı her türlü orman ağaçlarına uyum sağladığından buralarda çok bakir ormanlıklar yetişmektedir.

 Bu Yaylalarımız; Ermenek, Güneyyurt, Aşağı ve Yukarı çağlar halkına aittirler. Bu çalışkan halkımız son yıllarda buraları Tolbunar, Beğbunarı vb kaynaklarla adeta bir yeryüzü cennetine çevirmiş ve tarımın her türünü yapmaya başlamıştır. Hele birde Dedeli boğazından çıkıp Tekeçatı’nı sürüne sürüne geçerek Kamış boğazından gelen Aykadın suyuyla birleştikten sonra taa  Çamlıcadaki yerköprüye akan o dere yok mu? İşte oralara canlılık veren, hayat veren esas görüntü budur.

        YAYLALARIMIZA  ELEKTRİK NEDEN GELMEZ?

 İşim ve merakım gereği olarak Taşelinin her yöresini geziyorum; bu bölge doğu ve güneydoğudan çok daha  başıboş ve sahipsiz bir görünümdedir, burada kıyaslama yapıyorum; Bu iki bölge arasında hiç fark yoktur, mahrumiyet açısından. Zaten devletimiz de Karaman ve civarını  o şekilde addetmektedir. Ancak halkın kendi gayretleriyle bölgemiz de çok iyi güzelliklerde oluşmuyor değil.

 Şimdi, Ermenek’ten rampaya sarıp Sultan alan’ına doğru gidince taa Tekeçatı’na kadar oradan da Balkusan köyüne kadar, hatta daha ötede Saparca’ya, Altıntaş’a ,Tolbunar’a kadar her yer modern ve otantik evlerle doludur. Ermenek tarafından başlayarak Sultan alanının tamamına elektrik ve telefon hizmetleri de gelmiş durumdadır. Ancak telefonun gelmesine rağmen Güneyyurt yaylalarına elektrik bir türlü verilememektedir. Tolbunar mahallesinin halledilmesinden sonra bu sorunun da çözülmesinden eminiz. Her bölgesine mescitler inşa edilmiş ve yaz kış oturulabilecek yapılar dikilmiş olmasına rağmen anlaşılmaz bir biçimde elektrik hizmeti alınamamaktadır. Buna engel olan görünür gerekçeleri başkanımızın hallederek yaylalarımızı aydınlatacağından ümitliyiz.
Aralık/2010 da Aladağ bölgesine bir seyahatim oldu Taşkentin, Balcıların vb civar yerleşim beldelerinin yaylalarında tamamen elektrik sağlanmış durumda. Ayrıca, Ermenek halkının Sultan alanına kadar tüm yayla evleri ışığa kavuşmuş haldedir. Bu bizi son derece mutlu etmektedir ancak bizim yaylalarımızı gördükçe içimiz sızlıyor, buralara neden elektrik gelmez? Diye hayıflanıyoruz.
Tolbunar da, Saparca da, Beğbunarın da Altıntaş ta Yüzlerce hane olduğu halde neden elektrik için yapılan cılız çalışmalar yıllarca sürmektedir? Ve neden oralar hala yaz altı ay İdare ve Gaz lambasıyla geçinmektedir? Elektrik şirketlerinin özelleşmesi nedeniyle birer ticari faaliyete dönüşmesi nedeniyle ekonomik açıdan bakılarak bu hizmete yanaşmadıklarını da tahmin ediyoruz.

Elektrik işini yürüten firmalarımız nazlanırken yakında güneş kolektörleriyle elektrik üretimi yaygınlaşacak ve daha hesaplı hale gelecektir. Bununda halkımız bilincindedir.
Buradan Sayın Güneyyurtlu, Ermenekli yetkililerimize devlet ve   hükümet adamlarımıza sesleniyoruz; 2012 yaz sezonuna biz Güneyyurtlular yaylalarımıza elektrik istiyoruz. Saygılarımızla.

        YAYLALARIMIZA ULAŞIM HALA ÇOK UZAK!

 Bu yaylalarımıza ulaşım her yerleşimden olmakla beraber Ermenek üzerinden her türlü araçlarla yapılmaktadır ve 45 km sürmektedir. Şu anda Güneyyurt’un Kuşakpınar, Yukarıçağlar’ın Aldere, yine Güneyyurt’un Zicci geçitlerinden de her türlü ulaşım için hızlı çalışmalar devam etmektedir. Normal kestirmeden 13 km olan bu topraklarımıza ve bahçelerimize 45 km dolanarak değil her türlü arabamızla kısa yoldan varmak istiyoruz.

Değerli halkımız seçilen ve atanan büyüklerimizden çok önemli hatta şu anda birinci derecede önemli iki meseleye çözüm beklemektedirler ve kendileri de her türlü maddi ve manevi yardımı yapacaklardır. Bu meselelerden ilki yukarı salının kurak arazisinin sulu hale getirilmesi, ikincisi de yaylalarımıza en kısa yerden en kedtirme asfaltlanmış, her türlü aracıyla gidebilecekleri bir yoldur.

 Demin de değindim; bu yaylaların bazı önemli subaşları ve otlakları yüzyıllar önce hanedanlık döneminin fermanlarıyla yüzlerce km ötedeki köylerden gelen malcı aşiretlerce sahiplenilmiş ve o zamandan beri de yerli halk ile daima tartışmalı zamanlar geçirmiştir. Eğer fermanlarda gerçekten bir otlatma hakkı verilmişse sadece otlatmaya karşı olan yoktur. Karşılıklı haklara saygı gösterilerek yüzyıllardır olduğu gibi bir arada yaşar gideriz. Bu konuda kesin ve kalıcı bir çareyi yetkililerimiz bulmak zorundadır.

     YERBAĞLARIMIZ NASIL KURTULUR?

Kasabamızın kıblesinde bulunan Yerbağlar nasıl müzmehal oldu? Göksu’yu karşıya geçince Dünyanın en güzel bağları vardı bir zamanlar. Sanayi devriminin ülkemize gelmesiyle izmihlale uğradılar, yeni neslini göçe veren Güneyyurtlular bu güzelim bağları ihmal ettiler.

Zira yaşlılar artık eşeklerle, katırlarla gidip gelemiyorlardı, böylece Yerbağlar viran oldu.

Yıllar önce devletimiz ilan etti; Yer bağların tapusunu alın, diye aksi halde buralar ormana kaydolacaktı, çoğumuz almadık tapuları ve dedelerimizin emanetlerini daha doğrusu torunlarımızın beklentilerini ormana verdik ne ormanı canım! Çobanlara ve Keçilere teslim ettik.

Şimdi toplu olarak itiraz etme zamanıdır. Mahkemelere başvurarak yanlışı düzeltme vaktidir. Kasabamızın oralara şimdi daha çok ihtiyacı vardır. Altımızdan akan güzel ırmağımıza gem vurulmuş ve büyük bir baraj gölü oluşmuştur, bunun bir amacı da sulama hizmetleridir. Susuzluk derdiyle ihmal ettiğimiz yer bağlarımız artık suya kavuşmuştur. Şimdi yer bağlarımızın eski sahiplerine iadesi için hukuki mücadele anıdır.

               YAYLA ARAZİLERİMİZİN TAPU SORUNLARI

Yüz yıllardır atalarımızın işleyerek bize devrettikleri bu ata yadigârı zor topraklarımızın bir bölümünün tapuları verilmemekte ve vakıf arazisi oldukları gerekçesiyle halkın alakası azalarak ekonomik kayıplar yaşanmaktadır. Şu anda arazi sahipleriyle devlet arasında mahkemeler sürmektedir vatandaşlarımızın ellerinde daha önce verdikleri arazi vergilerinin hesap belgeleri da mevcuttur. Bu sorunun çiftçilerimiz lehine sonuçlanması için yetkililerimizden yardım bekliyoruz.

Tapuları verilen yaylalarımızdan Üssüzde tarlası olanlar Yukarıçağlar muhtarlığından, Tolbunarda tarlası olanlar Balkusan Muhtarlığından, Altıntaş’ta arazisi olanlar ise Aşağıçağlar muhtarlığından tapularını almışlardır. Ancak bu da garip bir uygulama olup bir keşmekeşe imza atmaktadır. Ayrıca bu durum iç içe olduğumuz yakın komşu köylerimizle sahilde ve yaylada ki tüm arazi ve sulama sorunlarımızın aynı olduğunu göstermektedir.

Bu da, tüm sorunların güçlü ve tek elden halledilmesi için bir beraberliği öngörmektedir. Zaten belde ve köylerimiz tarımsal alanda birlikte örgütlenerek bunu göstermişlerdir. Şimdi sıra halkımızın ve kanaat önderlerimizin öncülüğünde idari olarak ta birleşerek tüm sorunları en kısa zamanda çözmektedir.

Tüm bunlara rağmen 2009 yerel seçimlerinden önce kendileriyle görüştüğüm Ak parti Güneyyurt belediye başkan adayı Sayın Saffet Uyar’ın şu sözleri yüreklerimize biraz su serpiyor!

Saffet UYAR:

“Biz zaten yaylalarımıza hem Kapıcık hem de Tolbunar üzerinden yolları bağladık ama bunu yeterli saymıyoruz ve tüm araçların ve halkımızın Ermenek’e uğramadan yaylasındaki evinin başına varabilmesi için oturtulmuş hale getirerek tamamlamayı amaçlıyoruz.

Yayla evlerimize elektrik için biz devamlı zaten çalışma halindeyiz ama Balkusan’a gelen elektrik malumunuz İhsaniye’den alınıyor ve bu da Yellibel civarında sık sık sorunlara neden oluyor. Bu nedenle Balkusan’ın elektriği Ermenek’ten alınma projesi hayata geçecek ve sağlıklı bir iletimden sonra Tekeçatı’ndan başlayarak taa Saparca’ya kadar elektriksiz ev kalmayacaktır.

Biliyorsunuz Bük’te yani Bendbaşı’nda bizimde evlerimiz var ama hala elektrik alamadık. Zira Medaş’ın bu projesini bekliyoruz.

2-B Kanunuyla alakalı olarak inşallah yakında Yukarı salı’da ki Gölcük, Kızılçukur ve benzeri arazilerimiz kurtularak tapusu alınabilecek.

Üssüz’den sonraki Üçbunar ve  Kapıcık arazileri de bu kategoriye dâhil edilerek tapulandırılacaktır. Ancak Balkusan yöremizdeki, Tolbunar, Saparca ile  Dedeli ve Hacasangırı’nda tapu almanın imkânı şimdilik görünmüyor.

Ben vakıflar genel müdürüyle defalarca görüştüm ve “Oralar yüzyıllar önce dedelerimizin kazmayla sökerek ekonomiye kattıkları topraklarımızdır, biz buralarda faaliyetimizi aksatmadan sürdürüyoruz.” Dedim. Bu konuda yazışmalarımız da devam ediyor.

Bize söylenen şudur; “Siz hiç Vakıflarla, mahkemelerle uğraşarak kendinizi yormayın. Bunlardan bir şey çıkmaz, o topraklar sizindir ve sizin olarak kalacaktır. Ancak tapu almanız şimdilik imkânsızdır. Biz sizden kirada istemiyoruz, para da istemiyoruz.” Bu durum sadece kâğıt üzerinde bir tapu almaya bürokratik engeldir.”

Ayrıca 2011 Haziran genel seçimlerinden önce yayla ve yerbağ arazileriyle ilgili olarak Sayın Fikret Ünlü beye sorduğum soru şöyleydi; Sayın vekilim sizce yayla ve yerbağ arazilerimizi kurtarmak, oraların tapularını sahiplerinin alabileceği gerçekten mümkün mü?

Sayın F.ÜNLÜ şöyle cevap verdi; “Kesinlikle mümkün, sayın genel başkanımızın bu konuda halletme sözü de var, halkımız rahat olsun Yerbağlar da ve Yaylalarımızın neresinde olursa olsun arazisi olanlara tapuları verilecektir. Bu meseleyi Aşağı ve Yukarı çağlarlı hemşeri ve komşularımızın arazileriyle beraber yapacağız, inşallah.”

Bu sözlerde halkımızı kısmen de olsa rahatlatmıştır.

 

                  İKİNCİ SULAMA PROJESİ

Güneyyurt, Aşağı ve Yukarı çağlar arazileri Göksunun gapızdan bağlanarak kanallara alınmasıyla büyük bir hizmete kavuşmuştur. Ancak Güneyyurt arazilerinin yarıdan fazlası bu hizmetten yararlanamamaktadır zira bu araziler kanallardan yukarıda kalmaktadır.

Yukarıda kalan bu önemli arazilerimizin sulu tarıma geçmesi için çok önemli projeler tasarlanmaktadır. Belediye seçimlerinden önce tüm başkan adaylarımızla konuyu bizzat görüştüm ve önemli fikirlerini aldım. Hepsinin güzel projeleri vardı. Şimdi ki başkanımız Sayın Celil Bey de bu konuda iddialı görüşler beyan etmişti. Kendileri bu konuyu halletmek için birçok sondaj çalışması yaptılar ama tatmin eden bir suya ulaşılamadı.

  Susuz arazilerimizin bulunduğu yerlerde aslında büyük pınarlarımız vardır mesela pınar gözü, handı pınarı, Karapınar, Akpınar, Söğütlü gibi, ancak bu sular Güneyyurt şehir şebekesine aktarılmış olup halkımızın evlerinde kullandıkları sulardır. Bunlardan artan çok cüzi miktarda sular arazilerimizin dişine bile bulaşmamaktadır. Bu bakımdan arazilerimizin sulanması konusunda yapılacak bir çalışmayla sağlanacak eşitlikte çok önemlidir.

 Şu anda kasabamızın en önemli halledilmesi ve yatırım isteyen sorunu budur.

YEREL KONUŞMA ÖRNEKLERİ


YEREL KONUŞMA ÖRNEKLERİ

Burada  ERMENEK ORTAK FORUMU’nda yayınladığımız memleketten konuşma örnekleri vereceğiz. Adı geçen sitemizde Yukarı çağlarlı arkadaşımız Mehmet Akın’ın yazdığı “gocana hasbıhalleri” ve şahsımın yazdığı “Monamın konuşmaları” yer almaktadır. Şimdi önce “gocana Hasbıhalleri”nden sonra da “Monamın Gonuşmaları”ndan örnekler verelim;

  “Gocana Hasbihalleri” http://www.izvitli.xm.com sitesinde özel bölümünde iki yıldır yavrularına sesleniyor. Fakat tüm yavrularına ulaşamadığı için daha çabuk ulaşabileceği bir mekân istedi. Bizde bu mekânı uygun bulduk ve “Gocana”ya buyur burada konuş, duyurmak istedikleri istediğin gibi duyur dedik, “Gocana hasbihalleri”ni buraya taşıdık.

“Gocana” kızarsa, sinirlenirse, keçileri kaçırırsa aman ha aman, sizlerde karşılık verip sinirlenmeye kalkmayın. Yoksa pişman olursunuz sinirlendiğinize.

“Gocana Hasbıhalleri”ni zevkle okuyup sıla özlemini yaşatacağız. Sılada yol bekleyen “Gocana”lara selam sunacağız, ellerini öpeceğiz.

Buyur “Gocana”. İçini dökebilirsin artık.

İZVİT’İN AVCILARI BİLE Bİ BAŞGA OLURDU ESKİDEN…

Gocana’m köşe başına oturmuş, kendi halinde sessizlik içindeydi. Hal hatır sormak bahanesiyle yanına yaklaştım. “Gocana’yı gonuşdurayım biraz dedim kendi kendime.”

 “Gocana” dedim.

“Hıhh” dedi bana. Ben ekledim. “Gocana, dedem iyi bir avcı mıydı?”

“Teneşirde yunsun onun avcılığı, bana  .oku yedirecekti.” dedi. Ben gülmeye başladım.

“De hele bi anlat neyimiş şu .ok, mok mevzusu” dedim.

“Oyuklara galasıca, senin derdin de beni gonuşdurmak gayrı. Ben bilmez miyim ki?”dedi.

Gocana başladı anlatmaya: Haylı oldu. Deden nekmet ağşamdan avcı arkadaşlarıyla gavilleşmiş. Üç gişiymişler. Gecenin bi dünü yatağından kalktı geyinip, eline gafesdeki kekliğini, omzuna da dolma tüfengini asdı goyuldu yayla yoluna.

Olanları songradan anlattı gayrı bana. Ne halt ettiklerini. Ben de ondan duyduklarımı nakledeyim sana. Ama eyi diğne beni. Gulaklarını eyi aç. Başka yerlere de pertliyip durma. Ben anlatırken bana eyi bak.

Dedim ya gecenin bir dünü evden çıkıp getti. Keben başında durup aralarında yeniden bir porguram gurmuşlar. Sen şuradaki kümeleye oturacan, ben buradaki kümeleye oturacağım deyi. Biri Gayabaşı’na, biri Çığralı’nın tepeye, deden nekbet de Erkeç ini’ne kümeleye oturmak üzere dağılmışlar.

Deden nekbet Erkeç ini’nin önügndeki goyağa kümeleye oturacakmış. Gecenin bi dününde taa oraya ulaşmış. Kümeleyi bi golaçan etmiş. Yıkık yerlerini onarmış. Mazgal deliğini felan pürlerlen çevirmiş. Sarmalamış açık yerleri. Kekliğini de bastırığa bastırıp kümeleye oturmuş.

Beklemiiiiş, beklemiiiiş…

Gafesteki kekliğinin sesi Erkeç ini’nin içini, ordağı goyakları çınlatıp durmuş. Ama dağın kekliklerine gıran girmiş. Heç biriciği ötmemiş. Sankimene yerin dibine batmış. Ortalıkda gık yokmuş.

O nekbet deden var ya; ahşamdan yedi gavırmalı darı bitçisini, yedi gavırmalı bitçiyi kümeleye oturunca başlamış garnı guruldamaya. Önce bir iki osurmuş. Gene osurayım derken dona salıvermiş. Su gibi getmiş. Kümeleden yükselen ses goyağın içinde yankılanıp durmuş. O sesi duyan keklik gelirmi heç kümelenin yakınlarına. Deden nekbet beklerimiş kümelede keklik gelecek de vuracağım deyi. Tabi kümelede gıpraşamıyormuş da. Ama amel bu. Heç bağırsakda durur mu. Dırt, dırt, dırt. Ne varsa gursağında salıvermiş gaput bezinden dikdiğim ak donun içine. Nekbet deden gursağında ne varsa salmış dona. Saldıkca da derinden derinden “ooohh!” demiş.

Ortalık aydınlanıp, şafak sökünce kümeleden çıkmış. Batırdığı ak donunu çıkarmış. Ak don olmuş bir gök don. Çıkardığı ne varsa av çentesine doldurmuş.

Gafesteki kekliğini eline, tüfeğini omuzuna almış. Mırıldana mırıldana arkadaşları ile gavilleştikleri toplanma yerine hareket etmiş.

Keben başı’na varıp, öteki iki avcı arkadaşı ile buluşmuşlar. Bir birine sorarlarmış. “Sen kaç keklik vurdun? Sen kaç keklik vurdun?” deyi.

Olacak ya, avcının üçü de tüfek atamamış. Birbiri ile heç konuşmadan köye doğru yürümeye başlamışlar. Köye gelince evlerine dağılmışlar tabi. Deden nekbet de geldi eve. Teneke sobanın dibine gıvrılıverdi. Çok da üşümüş. Biraz sonra horrr horr uyumaya başladı.

Gocana’n durur mu heç? Her zaman olduğu gibi av çentesini aldım aşaneye gittim. Aklımdakı, “çenteden keklikleri çıkarıp, keklik etinden bi topalak bişireyim.” Deden nekbet de uyanınca oturur, çoluk çocuk yeriz dedim. Deden nekbeti her zaman ki gibi öldürdüğü keklikleri ballandıra ballandıra anlatır sanmıştım.

Guzum çenteyi açar açmaz o da ne, bi koku yayıldı aşaneye. Çentenin içine elimi soktum. Elime bişeyler bulaştı. Islak, çamur gibi. Elimi çenteden çekerken bunumun önüne götürdüm. Hay götürmez olaydım. Elimi hızlı götürmüşüm. Elimdeki burnumun önüne bulaşıverdi. İriyha gibi kokuyu içime çekiverdim. Ardın bir ses gurtarıverdim:

“Aluuuuuu! Hay hortlayasın herif! Ulan herif bu da ne? Bana bunu da mı yapacağıdın? Hay hortlak!” deyi.

Amma; deden nekbet zaten biliyormuş benden ne duyacağını. Gurnazlıkdan uyuyuvermiş sabanın dibine. Uyanıkmış meğersem. Başladı oda sobanın dibinden, ırahat yerden bağırmaya:

“Neden ulan sen, meymenetsiz garı? Her gün keklik eti yerken heç sesin çıkmazdı. Böğün çendeten ..ok çıktı, nediyim. Böğünkü nasibin buymuş. Bak o da çenteden çıkdı. Ne ediyin gayrı. Zaten canım sıkgın. Tüfek patlatamadım. Bi de sen beni mehilleye mat goyma. Varıverisem yanına müküşünü gırarım valla.” Deyince, düşünüverdim. “Bak bana ..oku koklattı, biraz daha gonuşursam ..oku da yedirir deyi” Bende gorkaladım heç ses edemedim.

Ya guzum, eyi de diğneyiverdin beni. Bak ne deyeceğim: İzvit’in avcıları bile bi başga olurdu eskiden… Beeeh…

 “MONAMIN GONUŞMALARI”   

Monamın Bal Tası ve Dedemin Baltası..

Sabala hayadda öğsürüb durudum monam addüzden bağırdı;
mükremin guzuum, bi ses ver banaaa
buyur monaa
ayol ehtimal deden endeellerdemii
yok mona, haberin yokmu uşdoonu erden eşşeği saldı ğeddi
ayol ben bağda su sularkamı ğeddikii?
mona uşdoonu ağşam yarın oduna gedeceen deeb durudu
ellere galası, guzum akıl mı godular başımda
bak bakeen Baltayı filan almış mı?
Almışdır mona o, sabala gocacığıla gavgedib durudu
aluuu a guzum bal tası hoyunu burda duruuu
yok mona valla baltayı gocacığa dakdı ğeddi
guzum beni nedeyi zekleninki uşdoonu burda duru bal tası, ayool o ne taka gedecedi
mona ağşam çarşaklardan birez pelit eğleb gelen derdi ööle, heralda ora getmiştir.
Guzum goca ollarda aç susuz nöğürsün al şu yuvkalarıla bal tasını da inin yakada bi yetişdiriver.

 

ALAKİSELİ VE GARGARALI İKİ DÜNÜRÜN SOHBETİ

 

Gargarada Bobamın anasına Mona deriz, Alekiseyle ivzidde ise Gocana derler anam irahmetli alekiseli yani yeni mahalleden olduğundan biz anamın anasına Gocana derdik yani benim Monam Gargaradan Bobamın anası olan aşşa garı, Gocanamsa alekiseden anamın anası olan Ünzile garıdır. Bu iki dünürün bir sohbetine şahit oldum şimdi onu paylaşalım:
Mona; vareyin alekiseleri bi gezeyin geleyin mustafa, sende gedersen gel, yok garı sen get, ben şu Gölcükdeği çifti bi bitireyin geleyin böğün..galdı ğeddi bir evlek yer..eyi goca sen ora get, ambarda Biteğin içinden birez gırıntı al yanına ollarda geversin..
Monam Çapıtlıya gelir..
ayool inciklerime bi ağrı girdi bu nekiii gocadan eşşeğide almadık, dürümeyesice heç oda bişey demedi. vareyin şu hendöönde birez dinneneyin bari.
Gocanamda Hendööne gelmiştir: iki dünür buluşurlar.
Gocana; hoşgeldin aşşa,
Mona; nööğürün burda gıız bende size doğru varıp gederdim, barimene enmişin aşşağı
Gocana: mehlile galsın şurda bir evlek yer var bir iki ceviz fidanı var goca goydu ğeddi bunnarı bize, hendeğin suyuda olmasa guruyup gedecekler..ha gışın çocuğa çoluğa bi veriyiz tarananın yanda geveller..
Mona; Gızlar filan gelib bakallarmı bari
Gocana; aluuu ayyaşşa şendee dedine hele, biri sizde bi sürü cülepeyle beyre çıkamaz ganayaklı, biri ebdireemde başında iki bile goca, onnardan başga yere bi hayrı yok gayrı. Havveyi desen düşdü bi berduşa, ne ev bilir ne bucak, şabgası çivide galasıca hiç gün göstermedi gızıma.
Mona; oğlannar nahıl ya.
Gocana: Gadiroğlan dügganın içinde gararıb duru, Durmuşoğlanda elne bi keser almış çuvaldan taktak halva keser ööle çocuklara..

 

RAMİS TANACI ANLATIYOR

 

Aşşaba yuuuu,
Buyur emineba,
Gız senin oğlan nerde?
Hangısı?
Fadimegızın camını döken hayın şey, neyidi onun adı?
Şevket mi?
Heye o,
Nöğürecedin?
Benim izmirde gıza bi telefon açıversin decedim, bir aydır filan gonuşmadıkda heç nöğürüler bakembi,
Demin dama çıkdıydı serçe avlayacam deyi, damda bulgur serilide, gıran giresice serçeler dad vermedi bulgura toplanı toplanıverdide, Şevket yuuuu,
Neden anaaa?
Oğlum ende aşşa emine dezene bitelefon açıver izmirde haccagıza, gelirken çulun altındağı gözeride alagel,
Tamam ana,
Şevket olum şu defterde haccagızın telefonu de yazar bakbakem hangısı,
İni şurda yazıyor,
Çıkdı deze alo de,
Aluuoo hacca gızım senmin?
Benim ana nöğürüsünüz?
Eyiyiz gızım, siz nöğürüsünüz? amet iştemi?
Heye ana altıda çıkar işten, bobam nöğürü eyimi?
Eyi gızım oda şevşeliye getti demin, merav cınna su vermişde fidanlara onu salıverecek, dapıya gelesice hep gece veridide birez bağırmışımış nasıl alduyusa bu sefer gündüz verdi,
Eyi ana şindi gapatda amet gelince biz arayalım sizi, bobamılada gonuşuruz hem,
Eyi gızım boban cınnadan gelir, zaten suyu salıverip geleceğidi.

 

ŞU KELEMİ Bİ BÖRTLEYİVER GIIZ

Ayool yağrınımı ter bastı
Bi soğuk batırmolsa yenmemi şindi
Zor bişeymi gızım
Ey ana hazırda bişeymi var
Geş gızım evinööden bi kelem alıverde börtleyiver
Ana ceviz yok kendir yok olur mu
Nedeyi olmasın gızım bu ğelimde deli batırmoluversin baalım
Ambardaği gücük güpün içinde accıkda kendir olacak eziverde bi dad gelsin bari
Ana senidi nereğodonuz
Endeerde ya gızım ihicik musandıranın önünde ogga daşı da yanda duru
Ah şindi bi tefek olacadıkı mayışca  yanda
Ey ana oda olur zaar dur baalım bi, daa öğseler yeni sürüldü çıbıklara hoyuu
Oh gızım ohh yuğur eyce bakeen
Ana ermenekliler içine edde gatallarımış deller aslı varmıkı
Geç aman geç cevizi buldukda edmi galdı ayool
Ana guru füreği ısladdınmı
inicik gızım sahının içinde döküver
aluuu efe monamgil gene batırma yapmışlar ellem türül türül kokuyor
Gel guzum gel yanındağı kiim
bilemedinmi mona
haa ayool senmin, tapıda gelsin gözmü galdı da bizde
maşallah iyisin mona iyisin
anan garı nöörü irbeem
onnarda aladınnara soğan eke geddiler sultanaba
maşallah ellerinize sağlık batırmayıda  canımız çekmiş
geş gızım ardına  bi gıyık keş gat gelde  bi bastırıversin.

 

ALDERE COŞMUŞ GENNABA

Aldere coşmuş Gennaba
gız ged şendeerden aldere nerden coşacamış dahı
ayool uşdo dağerikler aşdığında coşarımış deller evelden
neblen ben 10 15 senedir  alderemi görüyüzde
valla coşmuş mona, alekiseli uzun abullah foturafını filan çekmiş, internete goymuşlar ellelem
ne interneti gıız
mona sen annaman ondan, dee dünyanın ötebaşından görülerimiş yazdığını, iresimleri gendilerini filan
televizyon gibdir zaar ayool ööleese
televizyon gibi emme bunda  her şeyi gendin yaparımıssın, oşdoo mükremin emmimde geçen sene yukarısalıda çalı eğleyen gadınnarın foturaflarını göndermişde gördüydük ya.
haa yoğolma emi şööle desena
daa akarmıymış gız varıp bide biz görsek bari
akarımış mona akdımı bi hafda akarımış deller zaten
biz çocuğuka coşduğunda millet  seğirdirdi  oraya paramı bulullarımış ne
mona siz çocuğuka herkez bitirmiş paralarıda şindi heç para çıkmazımış deller
hazar tükenmişdir gavurun parası, kaç senedir toplallar hoyu gedenner
mona aldereye benide götürün emi
yellallah olmaz; bunalokuna oğreyibde bide seninile uğraşamam.

 

MAZAK GADAR ŞEYE HELE!!!

Ağzına gılığına bakmazda benimile dalga geçer
Kim monaaa?
Nebleyin ben şenderden yeni geşdi mazak gadar bi çocuk
Dur ben kimmiş bi bakeyin geleyin mona
Gel ged gız nöörecen hazar yontulmadığın biridir işde
İhi gördüm işde duvardan aşşa yanna yeni atlayverdi
Mona bu sene yemişli yapacazmı ehtimal
Yapalım guzum, anan garıyla yarın öteyakadan toplan gelinde son ağızın ardından bi gıyık yapıvereyin
A mona öteyakada yemişmi galdı da uşdoo çobannar hemen güderimiş olları bide millet sahıblanmayınca ormana yazıvermişler yerbağları duymadınmı
Aluu alemin zengini bizmiyizki ayol, tallalarını hökümete yazdırıverecek gadar
Mona esgiden goruma olurumuş da milletin her şeyini gorurumuş velediye deller şindi nolduku olları gorusada yerbağlarımızı geçiler yemese
A guzum bizim zamanımızda darı kekicinden un yapar arpayla garışdırıp ekmek eğlerdik, şindi millet tallasını yaylasını gırını hökümete bırakıverecek gadar ortalık bollaşmış demek.
Mona ben vareyin halıbağındağı incirden biraz ne varsa topleyin geleyinde yarın bizim ağız çıkınca ardından  atalım
Ey vargel nöğüreyin guzum goyup geden nurda yatsın.

 Bu tür konuşma örnekleri halen  www.guneyyurthaber.com ve www.ermenekhaber.com sitelerimizde yeni örnekleriyle devam ediyor, sizde katkıda bulunmak isterseniz bu adreslere başvurmalısınız.


 PAMUKLU AŞAĞIÇAĞLAR VE YUKARIÇAĞLAR

 

  Hükümetin geçen seçimlerden önce nüfusu 2000 i geçmeyen küçük beldeleri feshetme kararı birleşmeleri gündeme taşımaya devam ediyor. Önümüzdeki yerel seçimlerde hiç bir belde 2000 nüfusu bulmadan kasaba hüviyetini koruyamayacak ve belediye seçimlerine giremeyecek.

       Danıştay’a yapılan itirazlarla bazı küçük beldeler şu anda da belediye olarak kalıyor ancak yeni seçimlerde anılan nüfusu bulan kalacak. İşte bu nedenle çevremizde birleşmeleri görüyoruz. Hepinizin yakından bildiği bazı örnekler verelim;

                 1-Göktepe, nüfusu 2000 in altına düşünce 8 km uzaktaki Çukurbağ’ı, Günderi ve Esentepe’yi mahalle olarak kabul edince belediye olarak kalmaya hak kazandı.

            2- Sarıveliler, durumu takviye için Adilleri, Ortaköy’ü ve Turcalar’ı belediye sınırlarına katarak başarıya ulaştı.

           3-Taşkent ilçesi 1300 e düşen nüfusunu Boğaziçi bölgesinde ki bazı köyleri mahalle olarak alarak durumu kurtarmaya çalışıyor.

           4-Saıoğlan beldesi ise, yaklaşık 10 km uzakta bulunan Kuzören ile 6 km uzakta ki Koçaş köyünü sınırlarına alarak büyümeyi sağladı.

           5-En yakınımızda bulunan karşı komşumuz Kazancı da Çatalbadem’i 8 km ötede olmasına rağmen kendisine bağladı referandumla.

 Gudal’dan Elle’ye, Elle’den Serper’e, Serper’den Finaz’a kadar sahilde avarları birbirine karışan bu üç köy halkıyla kasaba halkımızın, Üssüz’den Sorkun’a, Sorkun’dan Kayapınar’a, Kayapınar’dan Altıntaş’a, Altıntaş’tan Dedeli’ye, Dedeli’den Tolbunar’a davarları da birbirine karışmakta ılkı’ları aynı yerde alınmakta ve Yılkı’ları aynı çayırda otlamaktadır.

 Yaylalarımızın tapu sorunları, otlakıye meseleleri, su, aydınlatma ve yol mücadeleleri tamamen aynıdır ve tek koldan kuvvetli bir uğraşı gerektirmektedir. Kayalarımızın bile baş başa verip konuştuğu bir şeyin artık konuşulması vaktinin geldiğini düşünüyoruz.

    Kasabamız Güneyyurt’un nüfusu her şeye rağmen altı binin üzerinde ve Türkiye’nin en büyük beldeleri arasındadır. Ancak kasabamız’ında çevre köylere hizmetin daha hızlı ve verimli ulaşmasına yardımcı olmak için bir çalışma içinde olduğunu görüyor ve takdirle karşılıyoruz.  Bu üç yerleşim yerinin Güneyyurt’a katılarak devletin nimetlerinden paylaşıma geçmeleri bizlerinde candan istediğimiz bir husustur.

  Bu akraba ve dost üç yerleşim yerinin Güneyyurt kasabasına uzaklıkları şöyledir;

         1-Yukarıçağlar 3 km

          2-Aşağıçağlar 4 km

          3-Pamuklu 5 km

           Sadece yedikleri ve içtikleri ayrı giden bu dört yerleşim yerinin havası suyu arazisi ve her şeyi aynıdır. Belediye hizmetlerinin kendilerine artıları anlatılmalı ve eksileri olmadığı ispat edilmelidir. Bu konuda köylerimizin kanaat önderlerine çok önemli görevler düşmektedir. Sayın başkanımızın başlattığı bu hareketi muhtarlarımızın, imamlarımızın ve öğretmenlerimizin destekleyeceklerinden şüphe yoktur bu değerli arkadaşlarımızın büyük katkıları ve anlatımlarıyla halkımızın içinde bulunan yersiz sıkıntılarda mutlaka giderilecek ve ufkumuz daha da açılacaktır.

  Ufkumuz açılacak, hizmetler hızlanarak gelecek ve aradığımızı daha yakında elde edeceğiz bu projeyle. Zira

             Güneyyurt  5200

             Aşağıçağlar  1100

             Yukarıçağlar  800

             Pamuklu  350

         Nüfuslarıyla 7500 nüfuslu Türkiye’nin en büyük beldesini oluşturarak altından ırmaklar akan cennet mekân bir ilçenin de temellerini atmış olacaklardır. 2011 genel seçimlerinden önce konuyla alakalı sorumuza eski vekil ve bakanımız Sayın Fikret Ünlü beyde böyle bir beraberliğe çok sıcak baktığını ve bu hususta çaba harcayacağını ifade etmişlerdir.

YÖRESEL MANİLERİMİZ


   KELEKLER


Döktü mü gız kelekler
Dolacak mı şelekler?
Gel gız biraz yardım et
Kırılacak bilekler.

ŞEVŞELİ


Şevşe’linin şeftalisi al olur
Arıların petekleri bal olur
Dağ ardına yârin gelmiş deseler
Bana o an dere tepe yol olur.

 GÜR OLUK
Gür oluğun evleri hep çardaktır
Gızlar gelir elleri hep bardaktır.
Aşşa deze etli çorba isterim
Çantamdaki, avdan geldim ördektir.

BEŞDÖNÜM
Beş dönümde kavaklar var sıralı
Kırk yıl oldu ben gurbete varalı
Yârim senden gayrı cevap beklerim
Çok yıl oldu burda sensiz duralı.

KIŞLACIK
Kışlacığın altı akar dereler
Üzümcüler şimdi sergi sereler
Sevdiceğim bana öyle konuşma
Yaralı gönlümü sözün bereler.

  HACIPINARI
Hacı pınarının suyu ünlüdür
Sağa sola akar iki yönlüdür
Diyorlar ki bana yârin çok çirkin
Bana lazım olan onun gönlüdür.

GÖLDEDESİ
Göl dedesi armutları ak olur
İnsanları temiz, arı, pak olur
Ziyan olmaz eriğimiz elmamız
Yazın sulu, kışın ise kak olur.

GUDAL
Gudal yolu dikenlidir taşlıdır
Serçeler uçuşur çifte eşlidir
Sığır çobanları güderler malı
Azıkları yumurtalı keşlidir.

KAYADİBİ

Su gelir tuluk tuluk
Kaya dibi kuytuluk
Yârin gelmiş diyene
Bir canım var muştuluk.

MUŞMULA

Göndübire muşmula
İsyan yakışmaz kula
Hadi yörü haccaba
İneklerini sula.

HANDI BUNARI
Handıbunarında ceviz bol olur
Aladınnar ak bunara yol olur
Memedemmi küreğini alda gel
Buralarda yılan çıyan bol olur.

ÇARŞAKLAR

Çarşakların çakılı
Neddin aşşam akılı
Niderdinde alırdın
Onun gibi fakırı

ARMUT
Çakıl armut ham olur
İnsanlarda gam olur
Gurbet ele bellolmaz
Antep olur, Şam olur

CEVİZ
Cevizim altı çatal
Ona dadandı çakal
Çakalı haklarız da
Hırsızlara kim bakar?

MOR DUT
Mor dutlar oldumola
Seleye doldumola
Kara dut beni boyar
Boyası soldumola.

ÜZÜM

Üzümler benleşti mi
Bağcılar şenleşti mi
Porsukların avcıları
Yerbağ’a yerleşti mi?

ÇAMAŞIR

Çamaşırı yudun mu
Dolabına godun mu
Aşşa ben bi şey duydum
Gız sen onu dedin mi?

YERİNME

Gız gözüme görünme
Var çok deye gerinme
Bir gün yel alır gider
Varlığına yerinme

GOCANAM
Güneş gövde gızarır
Armut dalda bozarır
Gız sen ne’den enderde
Gocanam yağ sızırır.

YEMİŞLER

Yemişlere bal düşer
Giysilere al düşer
Herkes hakkını alır
Köpeğe de yal düşer.

ŞEFTALİ

Şeftaliler sulandı
Miden neye bulandı
Gız eteğini topla
Gayınnan da dolandı.

ALLAHA TAPILIR

Sonbaharda bağ bozumu yapılır
Dikkat etmeyenler sele kapılır
Ne sandıydın sen burayı a guzum
Burada hep tek Allaha tapılır.

KELİFLERİN DAMI

Biladanın yaprakları döküldü
Lahanalar bahçelerden söküldü
Ne emekler verdik mayıs ayında
Keliflerin damı gene yıkıldı.

PEKMEZ OCAĞI

Kazanlar kuruldu şıralar kaynar
Üzümlere konmuş arılar oynar
Ayağına çekmiş koca Çizmeyi
Memed emmim üzüm çiğner.

KIZIL İN

Kızıl in de gün mü var
Torbasında Yün mü var
Bize Gılcannar derler
Bundan öte ün mü var?

SARI TAVUK

Menevişte sarı tavuk
Koca kafada kavuk
Hiç kıvranma deli rüzgâr
Yok saklanacak kovuk.

ÇALI

Sırtında çalı
Başında alı
Hızlan aşşaba
Dutacak dolu.

KİRAZ

Dallarda kiraz
Gel yaklaş biraz
Yazın yaş yenir
Kışında çerez.

TARLADA ÇAMUR

Tarla da çamur
Tekne de hamur
Ver Allahım ver
Sicim gibi yağmur.

NİŞANLIN KAÇTI

Dereler taştı
Nişanlın kaçtı
Boşa yorulma
Tepeyi aştı.

BEŞ DÖNÜM

Beş dönümde kiraz var
Bende çok yok biraz var
Gız yüzüne ne oldu
Heral sende maraz var.

İZVİT

İzvidin horozları
Suda yüzer gazları
O goca biladanı
Görmelisin yazları.

DERELERİN KAVAĞI

Derelerin kavağı
Yuvarlama yuvağı
Gocan geldi gelinim
Çıkar gayrı duvağı.

AŞŞA BACI
Aşşa bacı
Galdır sacı
Gocan gelmiş
Çal bulamacı

DUVARLARDA MANIZA

Duvarlarda manıza
Nerden gelin Hamıza
Meleşip duruyorlar
Yem ver gel şu camıza.

BATIRMA

Derelerde böğürtlen
Nereden geliyon len
Batırmaya renk verir
Bir tutamcık fesleğen

ÜSSÜZLER

Üssüzlerin taşı var
Karlı karlı başı var
Bir yar sevdim, görseniz
Hilal gibi kaşı var.

MENEVİCİN ÇITLIĞI

Menevicin çıtlıkları mor olur
Bekârlara hayat yerli zor olur
Onu tatmayanlar bilemez ama
Anaların ciğerleri kor olur.

ÇAKIL ARMUT

Çakıl armut taş içine yakışır
Siyah sürme kaş içine yakışır
Ne hayır gelir ki divanelerden
Akıl, zekâ baş içine yakışır

DAM BAŞINDA DOLU TESTİ

Dam başında dolu testi
Ben doldurdum eller esti
Senin baban bana küstü
Nellerdesin a yeğenim


       (Şirin beldemiz Güneyyurt hakkında bir kurgu)

Bu şirin kasabayı İnternetten öğrendim, gerçekten iyi bir tanıtım yapmışlardı beni çok etkileyen bu sanal broşürlerden ilham alarak Güneyyurt’u görmek ve gezmek için ailemle beraber karar aldık.
Konya otogarına gelince  kime soralım demeye kalmadan tüm yazıhanelerin listelerinde bu kasaba’nın da adının yazılı olduğunu gördüm. Konya’nın en ünlü ulusal bir firmasından yolculuk için bilet alırken görevli arkadaş; Hadim, Karaman, Mut, hangi güzergâhtan verelim diye sorunca merakım iyice arttı; evet; Güneyyurt’ a üç hat’tan da yol vardı.
Ben tercihi kendisine bırakınca; siz gezmeye gittiğinize göre sizi Karaman Bucakkışla yolundan gönderelim, dedi.
100 km sonra Karamandan sağa döndük ve 30 km sonra çok dik bir inişe geçtik, yanımda ki koltuk arkadaşım; burada beş yıl önce 32 dönemeç vardı Allah devletimize zeval vermesin, şimdi tek virajla Göksu’ya iniyoruz, dedi.
Göksu’nun adı daima kafamı kurcalardı, Bıçakçı köprüsünün üzerinden geçerken bunu da öğrenmiş oldum; bu koca ırmak burada göm gök akıyor arkadaşlar! bunu mutlaka izlemenizi isterim.
Şimdi artık rampa zamanı, aynen indiğimiz diklikte bir yokuşla Karamanoğlu Mehmed bey geçidine kadar geldik; burasının rakımı 1925 m. ve Torosların en yüksek geçidi olma özelliğini taşımaktadır. Eski adının Yellibel olduğunu öğrendiğim bu geçitten sonra artık engebeli ve 2000 m rakımlı bir Platoda ilerliyoruz.
10 km sonra Balkusan köyüne geldiğimizde burada metfun bulunan Karaman oğullarının külliyesini tepeden izlerken aklımız binlerce yıl öncesine gidiyor ve yanımda ki arkadaştan; Balkusan kelimesinin orta Asya ata yurtlarından Baykal gölü civarında ki Karabalgasundan geldiğini öğreniyorum.

Buradan sonrası artık Güneyyurttur. Burada 25 km uzunluğunda çok derin ve içinden bir derenin aktığı  uzun bir vadinin çevresinde  harika bir yayla vardır. Tekeçatı ile Altıntaş yaylası arasında Türkiye’nin en güzel Yaylası, Tekeçatı ile Balkusan köyüne kadar olan bölüm oldukça dar ve derin  Kanyonlarla sarılı adeta yörenin Ihlara vadisini andıran bir yapıdadır.
Burada kaptan; Ermenek yolcusu olup olmadığını sordu, Ermenek yolcusu olmadığı anlaşılınca direksiyonu Güneyyurt’a çok kestirme olan ve yeni bittiğini öğrendiğim Tolbunar yoluna döndürdü.

Balkusan dan Güneyyurt’a


Arabamız Karamanoğlu ailesinin metfun bulunduğu  sivri kümbetli, köy mezarlığının içinde ki külliyenin üzerinde ki yoldan az bir meyille ilerlerken  2 km ileride  çok güzel bir dere üzerinden geçiyoruz; derenin etrafı çok yoğun  söğüt  ağaçlarıyla  kaplanmış, çayırların üzerinde öbek öbek koyun sürüleri yatmaktaydı.
Bu dere;  iki Ufuk çizgisi arasında uzanan güzellikleri etrafa yansıtan ve Dedeli boğazından başlayıp Tekeçatında ki HES barajına kadar devam eden uzun vadinin adeta bir estetik kaynağını oluşturuyor. Yeni yapılan köprüden geçtik ve oldukça dik bir yamaca doğru tırmanarak Tolbunar’a geldik.
Burada büyük bir kalabalık vardı, kaptan 15 dakika mola verdi ve olup biteni anlamak üzere indik; Bu gün Tolbunar yayla şenliklerinin ilk günüydü, burada geçirdiğim kısa zamanı anlatmak bile sayfalar dolusu bir anı oluşturabilir ama ben kısaca özetleyeyim; Belediyenin yaptırdığı Sosyal tesisler Tolbunar’ın en kayalık yerine yapılmış ve burada ki etkinliğe katılacak yabancıları ağırlamak üzere tasarlanmış, bir tarafta Bulgurca dedikleri irmik ve etten yapma ancak odun kömürü üzerinde kızartılarak servis edilen yörenin ulusal patenti de alınan yemeğini yapan kadınlar, öte  tarafta da kasaba dışından gelen katılımcıların oturdukları yer sofraları.
Tolbunar mahallesi Güneyyurt’a ek olarak kurulan 9. mahalle, elektrik gelmiş, telefonlar çalışıyor, balkonlar da uydu alıcıları görülüyor. Buradan Güneyyurt Arabayla 13 dakika ve 13 km sürüyor, artık burası Güneyyurtluların haftalık uğrak yerlerinden biri olmuş, bundan 30 sene önce olduğu gibi, şimdi de kışında kalanlar var ve kendi muhtarlarını da seçiyorlar. Burada en çok dikkatimi çeken başka bir gelişim ise suyun havadan minik ağaç oluklardan yapma köprülerle bağ ve bahçelere aktarılması, bu manzara buraya artı büyük bir güzellik katıyor doğrusu.
Bugün ayrıca Tolbunar’ın Kiraz toplama sezonunun başladığı gün burası Güneyyurt merkezden rakım olarak 1300 m daha yüksek olması dolayısıyla Kirazlar oradan bir ay sonra ermektedir. Kiraz konusunda kooperatifleşen Güneyyurt’lular alıcılarla çetin bir pazarlık içindeler ve kaliteli kirazlar 6-8 TL ye gittiğini söylemektedirler. Bir zamanlar ki bundan 50 yıl önce sadece bazı erik türlerinin yetiştiği yöre de şimdi Dünyanın dört bir tarafına ihraç edilen  en kaliteli Kirazlar, Cevizler ve Elmalar yetişiyor ve kayda değer bir rekolteye doğru yükselmektedir.
Hiç istemesek te 15 dakikamız doldu ve kaptan yerini aldı otobüste ki. Sadece kayalardan oyulmuş, etrafı halkın Kepir/Tapir dediği yerle bir taşların arasında hafif rampayla ilerledik, yanımda ki koltuk arkadaşım; az ilerde sana bir şey göstereceğim diye beni uyardı, bak dedi; buraya Yarıkbunar derler, suyun çıkışına ve çıktığı yere dikkat et, 3-4 m yükseklikte sanki yapay olarak yapılmış bir Şelaleyi andıran Çağıl çağıl çağlayan harika bir suydu bu. Ön tarafını adeta bir cennete çevirmiş, anlattığına göre; önce yalnız söğütlerin yetiştiği sanılan arazide her tür meyve boy göstermiş bulunmaktadır.

         BOZKIRLAR ÜZERİNDEN

2000 M rakımlı devasa bir yaylanın üzerinde gidiyoruz; etrafımız da sadece Ardıç ağaçları var zira bu rakımda başka bir Ağacın yetişmesi zor görülüyor.
Güneyyurtlular bu büyük yaylanın kıymetini anlamışlar artık, dedelerinin kazma ve kürekle taşlı kırlardan açtıkları bu yerleri bir zamanlar vakıflara kaptırdıktan sonra tekrar ele almışlar ve ekmedik bir yer bırakmıyorlar.
Yüzyıllardır süren Yörük anlaşmazlıkları da artık tarih olmuş zira bu ara şeride yani; Boncuk çayırı ile  Üşbunar  arasına gelen Yörüklerle köy ve kasaba halkları memleketin Akil kişileri tarafından barıştırılmış ve  Yörüklere kendi köylerine yakın bir yerden arazi verilerek durum halledilmiştir.
Torunlarının emaneti olan bu tarlalara sahip çıkan yeni nesil buralarda büyük bir tarımsal  reform gerçekleştirmiş, toprak analizleri yaptırarak en iyi yetişen meyve türünü keşfederek  ekonomik bir hareketlilik sağlamışlardır.
Yol arkadaşımın anlattığına göre; eskiden bu araziler davarcı yabancılara Otlakıye  adıyla yaz ayları kiralanıyormuş, bu durumda şimdi kasaba halkının inisiyatifi ele almasıyla son bulmuş ve Yukarı ve Aşağı Çağlar ile beraber Güneyyurtlular da yaylalarının en iyi şekilde koruyarak ekili hale getiriyorlar.


Yolumuz yer yer önü uzun ağaç teknelerle bezeli pınarlarla  süslenerek devam ediyor. Sorkun yaylasına geldiğimizde burada da yolun ikiye ayrıldığını gördük burada bekleyen bir minibüs Güneyyurt’la birleşerek mahalle olan Yukarı ve Aşağı Çağlarlı yolcuları alarak bizden ayrılıyorlar; anlatıldığına göre Yukarıçağlarlılar Güneyyurtla birleştikten sonra, bir zamanların Aldere olarak meşhur olan Suuçtuğu dedikleri yerden sarp kayaları yararak güzel bir stabilize yol ile köylerinin yaylasına ulaşımı sağlamışlar.
Otobüsümüz Güneyyurt yoluna devam ediyor ve Kuşakpınar’a bir başka deyişle Torosların en yüksek Antik Arenasına geliyoruz.

                KUŞAKPINAR VE ÇEVRESİ

Otobüsümüz koyak-tepe şeklinde uzanıp giden bu 2000 rakımlı yaylaların bitiminde Kuşakpınara geldiğinde tam 1000 m yüksekten kuş bakışı Güneyyurt’u görüyoruz,  burası Dünya da eşine az rastlanan yarlarla ve sarp kayalarla uzanıp giden bir antik kent görünümünde;  Suluceser ve Gödorum mevkilerini de kapsar bir biçimde Kuşakpınar bölgesi tarihi sit alanı olmuş, beş yıl önce içi ağıl yapılan kaya mezarları, Kiliseler ve inler düzenlenerek turizme açılmış birde çevre düzenlemesiyle yerli yabancı gezginlerin uğrak yeri haline gelmiştir. En önemli yatırımda turizme olmuş ve kasabadan Kuşakpınar’a teleferik sistemi kurulmuş ve geziciler toplu ve tek olarak uçan koltuklar ve kabinlerle son derece haz veren seyahatler yapmaktadırlar.

Kuşakpınar’ı bir toplu taşıma aracıyla o anda gezmemiz mümkün olmadı ama arkadaşlar buraya bir günün ayrılması gerektiğini zira; Kanlı burun, Sel kayası, Suluceser, Gödorum ve Kızoğlan ini gibi bir çok görülesi yerden bahsettiler.

Bu antik mekândan ayrıldıktan sonra 45 yaşlarında taze bir ormanın içinden dikine inişe geçiyoruz; az ilerde Çağşak mevkiinde ağzını bize çevirmiş Kızılin denilen harika bir kaya dikkatimizi çekiyor. Güneyyurt belediyesinin öncülüğünde Çarşak denilen bu doğal çakıl deposunun ön kısmına büyük bir taş kırma tesisi inşa edilmiştir.

Bu taze ormanın içinde minik ovalar gözden kaçmıyor; evet devasa ormanın içinde halkın ekip biçtiği minik ovalar; Gölcük, Kızılçukur, Şabbılar, Elmacıkösenin düz, Burçak alanı vb.

Güneyyurt’a iyice yaklaşınca Söğütlü mevkiinde büyük bir havuz göze çarpıyor; Göksudan pompalanan sularla dolmuş bulunan bu büyük havuzdan Güneyyurtlular kanaldan istifade edemeyen yukarı bölgede ki arazilerini sulamaya açmışlar ve bölge yörenin en büyük bir meyve hazinesine dönüşmüş.
Otobüsümüz Güneyyurt kasabasına Dua sekisi denen yerden giriş yapıyor; karşımız da Karaman’ın ikinci büyük ilçesi Güneyyurt.

İŞTE GÜNEYYURT!

Makilerle çevrili yollardan geçerken etrafımızda  öbek öbek Antep fıstığı ağaçları gözden kaçmıyor, Belediyenin aktif çalışmalarıyla yer yer Antep fıstığı aşılama istasyonları kurulmuş ve bu pahalı ürün de artık Güneyyurt’un bir meyvesi olmuş.
halkın Meneviç, Sakız dedikleri ağaçlar kısırlıktan çıkıp birer meyve deposuna dönüşmüş. kasabanın girişinde ki devasa levha üzerinde ki kınalı Keklik ve İkiz in motifleriyle adeta kasabaya girenlere selam duruyor.

 Dua sekisinde ki sanayii tesisleri bir kasabaya yakışır nitelikte, ilçenin dışına doğru alınan sanayide; bütün işyerleri toplanmış, tarımsal kalkınma kooperatifinin yaptırdığı soğuk hava deposu da burada yerini almış, hayli zamandır özlemi çekilen meyve suyu fabrikası ise kasabaya yep yeni bir çehre kazandırmış, burada üretilen ve kasaba çiftçilerinin ortaklığıyla oluşan kooperatif tarafıntan pazarlanan  her türlü meyve suyunun adı; GÜNSU  olarak tescil edilerek markalaşılmıştır. Ayrıca tüm yöreye hitap eden son derece modern bir hal tesisi nazarları çekiyor üstüne.

Gömmeci mevkiine varmadan sol tarafta ki  Toki konutları göz kamaştırıyor, Gömmeci suyu büyük tartışmalardan sonra belediyeye   gelir  olarak şişelemeye açılıyor ve bu dillere destan tatlı su’dan isteyen herkes içebiliyor. Ayrıca burada bulunan dinlenme tesislerinde açıkta alkol almak kesinlikle önlenmiş.
Kasabaya girince  göze ilk çarpan temizlik oluyor, ana cadde dışında tali caddelerle  trafik ve yük hafifletilmiş ve tek çarşılı bir kasabadan tali caddelerde de  işletmeler açılarak esnafa imkân tanınmış.
Otobüsümüz kasaba girişine yapılan küçük ama oldukça modern bir otogara yanaşırken  gurbet ellerden gelen yakınlarıyla buluşan Güneyyurtluları izlemek son derece zevkli bir görsel ziyafetti benim için.

 Örenlerden Sadıya kadar yüzbinlerce her tür meyve  ağacı artık doyumsuz lezzetlerle meyveye durmuştur. Özellikle kasabaya bir zeytinyağı tesisi açtıracak kadar yoğunlaşmış zeytin ağaçları ilk sırada yer alıyor.
Kışlacık mahallesinde ki toplama mevkiine son derece  sıhhi ve kapsamlı bir arıtma tesisiyle kanalizasyonun zararlı akıntılarından Göksu kurtulmuş ve kendi mecrasında uğrun uğrun akmaya devam etmektedir.
Allahım!  Böyle bir dere daha kaç yerde vardır diye düşünüyorum; anıt gibi Sema’ya uzanan büyük kuturlu çınarlar, nostaljik bir hava veren  su değirmeninin üstünü gölgelerken, tekrar halka kazandırılan Yerbağlarda ki üzümler pekmez olmak üzere her mahallede bulunan pekmez ocaklarının Şırakmanalarına taşınıyor.

Kışlacık Mahallesine ve bu eşsiz Göksu vadisine inerken bu kasabada çok eskilerde adından söz edilen bir mesleğin  ve sanatın tekrar modern bir anlayışla hayata döndürüldüğüne tanıklık ediyoruz;  Tuğla, Kiremit ve Testicilik. Evet, bu mahallede çoğu Güneyyurtlunun soyadını teşkil eden ÇÖMLEK’çilik çağdaş manada bir fabrikaya gene bu mahallede kavuşmuş ve burada işsizlikten eser kalmamış.
Haddi zatında Güneyyurt ilçesinin tamamında işsizlikten söz edilmiyor artık,  zira; kasabanın kömür ocakları, meyvecilik, bütün arazilerin sulamaya açılması, yayla arazilerinin değer kazanması, Yerbağların eski şaşaalı günlerine dönmesi vb reform niteliğinde çalışmalarla burada herkes ya çalışıyor ya da emekli olmuş olarak çalışıyor.
Güneyyurt’un  böylece bir önemli olguyu daha rafa kaldırmış olduğunu müşahede ediyoruz; o da; dışa göç veren değil daha önce verdiği göçleri geri alan bir manzara.

GÜNEYYURT YÖRESİ YAYLALARI


GÜNEYYURT YÖRESİ YAYLALARI

 

Güneyyurt ve Aşağı/Yukarı Çağlar yaylaları Ermenek ile Katranlı yaylalarına sınır olup Yellibel tarafından gelirken tepe koyak ve irili ufaklı zirvelerin oluşturduğu ve hepsinin gözlenebildiği yaylalardır ki adlarını şöyle verebiliriz; Üssüz, Hacı hasan kırı,  Ayı beleni Altıntaş, Balkusan, Sorkun, Kaya pınar, Dedeli, Saparca, Tolbunar ve Tekeçatı.

Yüzyıllardır bu yaylalarımız otlakıye açısından son derece çekici bir durumda olmuştur. Hatta Kamış boğazına ilk yerleşenler Karaman oğullarının ilk babası olan Nuri sofu idaresinde ki binlerce çadırlık obalar olmuştur. Bugün bile üşbunar ve Kayabunar yaylalarımıza kadar yaz aylarında otlakıye için mal sahipleri gelmektedir.

Bu yaylalar arasında tepeli koyaklı fiziki yapısıyla ve binlerce çeşit ottan oluşan bitkisel yapısı en dikkate şayan olan Üssüz yaylası için Şair, yarı kafiye yarı düz olarak birazda duygusal bir yaklaşımla şunları yazmaktadır;

ÜSSÜZ

Kanlı burun, sel kayası, çıkacaklar. Suluceser, Gödorum, Çarşaklar’dan, Kızılinden Yarığiçi Katrancık alt çizgilerin.
Akin, Karin, Damlantini, Kızılin, Kızoğlanini, Alacin, salmalar dizilir kıblende.
Ben seni uyaklara mahkûm edemem üssüz, sen benim yaylamsın. Sen koyaklara mahkûmsun.
Boğaz ağzı ağar gider yukarı, şeytanlı koyak, kızıl düz, selamlaşırlar, selamlaşır yükseklerden kavaklı ve dikme tepe. Deliktaşlar sarp kayalar birbirine bakar, uzun koyak, dolama koyak derin koyak ne yaparlar şimdi.
Ben seni mahkûm edemem uyaklara, sen zaten mahkumsun koyaklara.
Kan eksen can bitirir Allahın izniyle, kırmızı toprakların. doğunu Ermenek yaylası, kuzeyin üşbunar, orta yol, erkecini, küllin, çal, kapıcık alır. Batı’nda sorkun, ay beleni uzanır.
Ben seni mahkûm edemem uyaklara zira sen mahkûmsun koyaklara. Kavaklıdan kar alınır içmeye Ağustosta, bulaşıklara kaklık suyu yeter.
Eğmeler, eğrikler siper olur yağmurlarda bize, inler mağaralar keçilerimize.
Sen benim yaylamsın üssüz! Sen benim yaylam! Seni mahkum edemem uyaklara, seni düz anlatacağım.

Üssüz benim yaylam, benim yaylam üssüz.
Sen çekme suyla dönen değirmen, ben sana hayran
Sen yaylaların anası, üssüz
Damlantininin altına varınca kızoğlan ininin üstünden çığlık çığlığa bağıran göggüdükler karşılar.
Bitirmişlerdir çamurdan testilerini ve onu kutlarlar ve derler ki üssüz benim yaylam, benim yaylam üssüz.
Kanlı burunun az ötesi sarı tavuklar, kara tavuklar yurdudur, kuşak pınardan zor geçilir, kaya serçesi cıvıltısından. Hepsi yeni yavrularını toplamış göçe hazırlanırlar ve derler ki benim yaylam üssüz, üssüz benim yaylam.
Oy oy oy ala serçeler oy. Dar deliklere yuva konduran. sonra tanımaları için önüne taş döşeyen kuş beyinli kuşlar. Dört taraftan çuk deliğe diye naralar yükselince giriveren deliğe ve tenhaca düşünen. Üssüz benim yaylam benim yaylam üssüz.
Bir çift saksağan var orada her yıl aynı alıca yuva yaparlar ve her güz yavrularını da alıp sahile şarkı söyleyerek inerler ve derler ki sözlerinde  üssüz benim yaylam, benim yaylam üssüz.
Kır serçeleri hem öter hem yükselir göklere kayboluncaya kadar gözden Ankalar gibi. Sarı serçeler çekme diplerini seçer yuva için ve koyar üç beş yumurta çil çil dibine, yılanları umursamadan ve mundar tüyüyle terk eder bülüçler yuvayı. Her biri her yerde vik vik eder ve derki üssüz benim yaylam benim yaylam üssüz.
Palazlar öter hüd hüd, keklikler cevaplar onları ana gibi. Yem arar kuzularına, zaten onları bekler bir değnek sallasan yüzlercesi sıçrayan çekirgeler.
Keçiler arbışır bodur dallara yazmışlar, çebiçler ve derler ki üssüz benim yaylam, benim yaylam üssüz.
Atlar eşekler sığırlar sürü sürü çayırlarda. Akşamları komşu olurduk ağustosta iki odalı ve üstü açık ara bölmeli taş keliflerde ve hep beraber türkü söylerdik ay eydinde. Üssüz benim yaylam, benim yaylam üssüz diye.
Ne karga ne başkası, culalara ne demeli. Girerler tepetaklak düdenlere bağırarak ciyak ciyak; üssüz benim yaylam benim yaylam üssüz.
Sen çekme suyla dönen değirmen, üssüz sen yaylaların anası üssüz.

Yaylaların anasına giden yol, kuşakpınar’dan geçer.
O iki söğütlü iki tekneli kuşak pınardan.
Alacinin duvarları, sarp kayaların sırtları mor menevşe doludur.
Çiğdemlerle beraber nisanla açarlar,
Ah o çiğdemler sizleri kafiyelere dökeceğim bir gün ama şimdi değil.
Kanlı burun duruyor mu yerinde, duruyor mu çaşırlar hani bir zaman tüm kanallarda her derde deva olan çaşırlar, sen benim yurdumun has bitkisisin mallarımın yemisin.
Az üst yanda seni selamlar şaplalar, çekmeler, kekikler durun sizi iki kelimeye sığdıramam seni uyaklarda anlatacağım daha.
Ardıçlar, andızlar, alıçlar, boz armutlar tek tük görülür. Çünkü o rakımda yaşamak çok zordur. Ardıçlar dayanır ancak onlarda insanların, üşüyen insanların baltasına mahkum olurlar.
Mayısta kalkan karları takip eder sarı çiğdemler, sürmeli çiğdemler. ayı çiğdemleri..
Ayı çiğdemi ile sürmeli çiğdemi ayırt edemezsen desene ki sen hiç yaşamamışsın oralarda. Nohutlar, arpalar ekilir baharın. ekinler ekilir güzün. Martta bir telaş basar çiftçiyi. Eğer üssüzün karı kalkmazsa ekin altta çürüyecektir bu yüzden topraklamak lazım koyakları ve omzuna kazmayı küreği çuvalı alan çıkar yollara düşer üssüz yollarına.
Yamaçtan kazdıkları bir yerden karayı bulup çuval çuval toprağı tohum gibi serperler iki metre karın altında yatan ekinlerin üstüne. Üç güne kalmaz ekinler yeşertir artık yüzeyi yeşertir yaylaların anasını.
Temmuzda ağustosta orada olacaksın.
Orada olacaksın nohutları, arpaları yolarken. Orada olacaksın düvenler dönerken harmanda.
Gündüz samanları çekerken hararlarda köye.
Gece Samanyolu’nu seyredeceksin gökyüzünde.
Seni özlüyorum yaylaların anası üssüz, daha anlatmadım seni kafiyelerde. Dur bekle hele.
Sen çekme suyla dönen değirmen.

AYI BELENİ YAYLASI

Doğusunda üssüz, batısında hacı hasan kırı, Güneyinde Sorgun, Kuzeyinde Balkusan bulunan daha yüksek bir yayladır. Burada ancak iklim nedeniyle otsu bitkiler yer almaktadır. Ağaç olarak sadece Ardıç ve Andız pürleri yer alır. Ara sıra Karaağaç bodurları da kepirlerin içinde yer almaktadır.
Adı ay beleni kabul edilirse; eskiden yüksek olması nedeniyle ramazanın gelişini belli eden hilalin gözetlendiği bir yer olmasından, Ayı beleni  kabul edilirse, ayıların bol yaşadığı bir yer olmasından bu adı almıştır. Rakım burada da 2250 civarıdır. Burada da bol nohut ekilmektedir son yıllarda. Ancak tam olarak bir araç yolu olmadığından bu ekimler ekonomik bulunmamaktadır. Bu yaylamıza ulaşım ancak traktörle zar zor yapılmaktadır. Kuşak pınardaki yol buraya kadar rahatça araç geçecek seviyeye getirilmelidir. Yukarı çağların Aldere’den açmakta oldukları yolda bir ümit kaynağıdır.

                  ALTINTAŞ YAYLASI

Ermenek yaylalarının en yükseğidir Altıntaş, 2450 m. Adından da anlaşılacağı gibi bu bölgenin taşı adeta altına dönüşmüş ve Dünyanın en kaliteli mermerleri çıkarılır olmuştur. Türkiye’nin iki önemli Düdeni araştırmacılar tarafından Envantere alınmıştır. Altıntaş yaylamızda önemli birde mağara mevcut olup içinde ki sarkıtlar ve dikitler görenleri hayrete düşürmektedir.

Yaylalarımız arasında su bakımından Üssüz ve Ay beleninden sonra azlık bakımından 3.yaylamızdır. Buna rağmen halkımızın büyük gayretleriyle son yıllarda meyvecilikte iyi bir zemin oluşturulmuştur. Eşsiz bir otsu bitki örtüsüne sahip olan yaylalarımızın süt ürünleri tüm Türkiye’de aranmakta ve tercih edilmektedir. Kekik ve Adaçayı türleri bakımından da önemli bir üne sahip olan yaylalarımız rakım bakımından 2000 in üzerinde olmaları sebebiyle ağaç türleri yönünden zayıftır. Ancak daha aşağı kesimlerde örneğin Dindebol çalı, Tekeçatı çalı ve Kapıcık çalı gibi ormanlık alanlar yer alırlar.
Altıntaş’ın zirvesine defalarca çıkmak bana da nasip oldu, tam tepede iki uzun mezar var, çeşitli rivayetler anlatırlar haklarında. Diğer yaylalarımızın aksine burada ki oba ve kelifler bir ara da oba taşı adıyla toplu bir haldedir. Burada 2004 yılından beri “Altıntaş yaylası Düden ve Mağara Şenlikleri” yapılmaktadır. Bu vesileyle bu yere bir mescit, bir şenlik alanı bir kaçta çeşme inşa edilmiştir. Temmuz ve ya Ağustos ayında yapılan şenliğe gurbette bulunan hemşerilerimiz gelerek hasret giderirler. Gene bu şenlik vesilesiyle Altıntaş’ta bulunan iki Düden’imiz Türkiye Düdenler dökümünde yerini almıştır.
Buraya yaz ayları Anamur’dan Tekeliler ve Hacabdıllar göçerler. Bu yörükler dağın arka tarafına konarlar, Güneyyurt yeni mahallenin arazisi ise ön taraftadır. Halkımız, burada patates, nohut ve tahıl yetiştirir.
Mal ve sürüsü olanlar ise buralarda 8 ay kalırlar. Burada ki yörükler son yıllarda Görmeli köyünün Nisa bölgesinde  ikamet almışlar olup Anamur’a gitmezler. Ancak hacabdıl Yörükleri Anamur’a dönerler. Hacabdılların büyük bir bölümü şu anda Güneyyurt’a yerleşmiş durumdalar. Soyadları Altıntaş’tır. Pınar gözü mahallesinin hacıvahablar sokağında otururlar, bir kısım sülaleleri de Habib mahallesi ve cami mahallesinde otururlar halk arasında Yörükler sülalesi olarak bilinirler.
Anamur’a dönen hacabdılların birçoğu Altıntaş’a gelmemekte Bardat yaylasına gitmektedirler.

Altıntaş’ın sınırları; Kuzeyinde Hadimin Balcılar beldesinin dikenli yaylası, Güneyinde, Katranlı bölgesi, Batısında, Kuşu yaylası, Doğusunda Hacı hasan kırı bulunur.

             BALKUSAN YAYLASI


Ermenek bölgesinin en geniş ve en yüksek ve de en büyük yaylasıdır Balkusan.
Kuzeyini tamamıyla karaman sınırı oluşturur. Burada 1925 m rakımlı Yellibel geçidiyle bu sınır aşılır. Yellibel ile Balkusan yaylası arasında bulunan otlakıye alanlarına yaz aylarında İhsaniye köyünde oturan Menemenliler, Anamur’da oturan Güneyliler ve Mutta oturan Perişanlar çadır kurarlar. Doğusu Mut sınırına dayanır ki bu arada ki otlakıyeyi ise Mut’un Kösereli Yörükleri Kamış boğazına yerleşerek sürülerini güderler. Batısı da Hadim İlçesinin Balcılar beldesine ait Dikenli yaylasına dayanır. Doğusu, teke çatının bent başından başlar, batısı da Aşağı çağların dedeli yaylasına dayanır. Güneyini ayı beleni oluşturur.
Dedelinin altından çıkmaya başlayan dere ortayı yararak Teke çatında Aykadın deresiyle birleşir. Burada son yıllarda baraj için etüt tamamlanmış ve inşaata başlanmıştır.
Ayrıca buradan Ermenek Karaman yolu geçer ve Balkusan köyünün içinden karamana ulaşır. Bu yolun uzunluğu 125 km.dir. Son yıllarda dil bayramı etkinliklerinin başlama yeri kabul edilerek çeşitli faaliyetlere ev sahipliği yapan Balkusan köyümüz, iyi bir turizm alanı olma yolunda hamlelere açık bir konumdadır.
Balkusan köyümüz 60 hane kadardır, karaman oğlu hanedanının mezarları da buradadır, adeta bir bekçi gibi Yaylanın en yüksek yerine kurulmuştur.
İşte karaman oğullarının mezarlarının bulunduğu Balkusan’ın bazı önemli yerleri; Üşbunar, Kapıcık, Tekeçatı, bent başı, sarnıç, armut alanı, Beğbunarı, Tolbunar, yarık bunar, soğuk bunar, kabalak, acı elma, Yüksek eğrik, aşılık, saparca, ili yurt ve deveci.

                     HACI HASAN KIRI

Hacı hasan kırı; Yarıkbunar, Ayıbeleni, Dedeli, Altıntaş ve Katran beleni arasına denir. Burada rakım ortalama 2250 olup tam olarak koyak ve tepe ekseninde bir jeolojik yapıya sahiptir. Tam zirve olduğundan su kıttır. Bu arada içme suyu ancak üşbunar, Sarıbunar ve Yarıkbunar’dan alınır. Burada ki üçbunar  üssüzün sonunda ki değildir, üç teknesi olan az sulu bir pınardır ki Kabalak kayasının tam güneyinde Altıntaş yolu üzerinde bir yerdedir.
Buralara bu sezonlar da genellikle nohut ekilmektedir. Daha önceleri burada halkımız cıvıl cıvıl ederdi, şimdi azaldı ve kaygı verici bir biçimde yabancılara otlakıye adıyla yazın verilmektedir, buna Belediyemiz bir an önce son vermelidir.

                    TEKEÇATI VE YÖRÜK BÜKÜ

Fığladan aşağıya çok dik olarak inince yol çatallanır; birisi Ermenek yaylası bölümüne, biriside batıya Güneyyurt yaylası bölümüne gider. Tekeçatı da şu anda bir baraj yapılmaktadır.
Balkusan deresiyle Aykadın Suyunun birleştiği yerde inşasına başlanan baraj Ermenek’te ki HES e bir destek olarak ele alındığı düşünülüyor.
Sağa dönülünce konuşan çeşme vardır, bu yol eski Karaman yoludur ki Kamış boğazından Bucakkışla ya inerdi. Evliya çelebi 370 yıl önce bu yolu kullanarak Kamıştan ve Yelli belden Dilendi hanına vardığını söylemektedir.

Şimdi ki Karaman yolu ise Fığladan sonra sola dönen yoldur ki Balkusan’a uğrar ve Yelli belden ağrı İhsaniye’den, Akından Bucakkışla ya iner. Tekeçatı’nın en görkemli bölgesi Yürük büküdür bu bölge Bent başından başlar. Burası Taşelinin en muhteşem köşesidir. 1970 yılında dikilen ve 40 yaşını geçen bakir bir çam ormanıyla başlar bu derin vadi. Dedeli yaylasından başlayan Balkusan deresi süzüle süzüle, zikzaklar çize çize ve sakin sakin akar gider Tekeçatı’na doğru. Etrafında bir vadi oluşturur, çevresi sarp kayalar ve 100 150 yıllık çamlarla dolanmıştır. Burası Nevşehir/Aksaray bölgesindeki Ihlara vadisini andırır. Bent başından ağaca çıkan bir Teyin Balkusan köyünün su değirmenine kadar hiç inmeden gidebilir. Derenin boyları 1990 dan sonra Güneyyurtlu çiftçilerimiz tarafından son derece mamur bir tarım ve meyvecilik alanına dönüştürülmüştür. Her tarla bahçe olmuş, her bahçe başı da bir ev olmuştur. Balkusan deresinde balıkta bulunmaktadır, ona akan çağlayanlar önüne alabalık tesisleri de kurulmuştur. Güneyyurt yaylalarının en sulak olanı şüphesiz Balkusan’dır. Balkusan köyünün eski adı Türbe idi, zira burada Karaman oğullarının kurucusu Karaman bey ve oğlu Mehmet beyle hanımları yatmaktadırlar. 1250 yıllarında Karaman beyin babası Nuri Sofu Bey önce ata yurdumuz Türkmenistandan Sivas dolaylarına gelmiştir, daha sonra da 10 000 civarında çadırla Balkusan da ki Kamış boğazına yerleşmişlerdir. Kamış boğazına yerleşen dedelerimiz evvela Güneyyurt kasabasının olduğu yeri yurt edinmişler ve buraya Ata yurtlarında bıraktıkları yerlerden birisinin adı olan Gargara adını vermişlerdir. Bu gün Güneyyurtta Sofular sülalesi vardır. Nuri ve Nureddin adı da çok yaygındır. Daha sonra şu anda metfun bulundukları yer olan Balkusan köyüne de Gargaradan sonra yerleşerek buraya da yine ata yurtlarında ki Balgasun/kara Balgasun adını vermişlerdir. 1924 yılına kadar Güneyyurt beldesinin bir mezrası yani yaylası olarak kalan Balkusan bu tarihte TC bakanlar kurulu kararıyla ayrı bir köy olarak tescil edilmiştir. Balkusan köyümüzün halkı Güneyyurt halkıyla tamamen akrabadır. 1900 yıllarında Güneyyurttan buraya yayla için gelen ve sürüsü olan aileler buraya yerleşerek köyün temelini atmışlardır. Şu anda bile Güneyyurtta bulunan sülalelerin bir bölümü de buradadır.

                     TOLBUNAR VE BEĞBUNARI

Balkusan yaylasının en sulak iki bölgesi Tolbunar ve Beğbunarıdır. Güneyyurt’un 9. Mahallesi olarak tescil edilen Tolbunar, Hacı hasan kırı yolu ağzında olup adını tüm bölge arazisini sulayacak kadar bir akışa sahip olan pınardan alır. Halk arasında Gavurini olarak bilinen antik bir Roma/Bizans kentine de ve sahipliği yapan Tolbunar Yüksek eğrik ile Soğukbunar arasında olup eski Güneyyurt yolu olan Yarıkbunar tarağı üzerindedir.

Yaylalarımızın su bulunan her yerinde en kaliteli patates yetişmekte ve en iyi fiyatla satılmaktadır. Tarım bitkilerinden unlukta ve bulgurlukta tercih edilen Akyannas buğdayı bolca ekilmektedir. Darı/mısır ise son derece lezzetli olarak ocak başlarında yaz ayları en güzel yiyecektir. Yüz yıllardır en çeşitli ne en kaliteli otların bulunduğu yaylalarımız devamlı malcı aşiretlerin dikkatinden kaçmamış ve sürekli yaz ayları otlakıye için yöremize çıkmaktadırlar. 7000 tür otun bulunduğu yaylalarımızın süt ürünleri çevrede aranan ve kalitesi bilinen bir gerçektir.

Tolbunar ve Beğbunarı son yıllarda büyük bir Meyvecilik alanına dönüşmüş, kirazların Güneyyurttan bir ay geç olması sebebiyle de kiraz değerinin oluşmasına ön ayak olmaktadır. Eskiden beri bölge bir ceviz ve erik ağacı deposudur. Tolbunar, Beğbunarı ve Saparca da en az 200-300 aile yaz kış oturulabilecek şekilde ev sahibidir. Tolbunar ve Beğbunarı arasına birde mescit yapılmıştır. Ancak başka konularda sık sık değindiğimiz gibi herkeste telefon bulunmasına rağmen buraya hala elektrik getirilememiştir. Tolbunar suyunun çıktığı yerin üzerinde bulunan tepeye çıktığımız zaman etrafta rakımları aşağı yukarı 2200 metre olan şu zirveleri seyretme imkânımız vardır; Kuzeyde Yellibel ve Oyuklu tepeleri, Doğu da Ay beleni, Batı da Altıntaş, Güneyde ise Katran beleni.

                     SAPARCA VE KABALAK

 Balkusan’ın ili yurt bölgesinden dereyi atladıktan sonra Beğbunarından batıya doğru gidince aşılık mevkiinin karşısında bitek topraklara sahip bir yaylamızdır. Batısında Dedeli yaylası, doğusunda Tolbunar, güneyinde Kabalak tepeleri vardır. Güneyyurtta Saparca soyadlı bir sülalenin burada yeri çok olmakla beraber son yıllarda emekliler buraya evler yaptırarak meyvecilikte özellikle kiraz üzerine gözle görülür atılımlar yapmışlardır. Buradan güneye doğru gidince Kabalak tepesi gelir. Karacoğlanında şiirlerinde yer verdiği Kabalak tepesinin altında yörenin en soğuk ve en kaliteli suyuna sahip olan Sarıbunar vardır, çıktığı yer son derece eğik bir yüzeydir ve Dedeli boğazına akar gider.  Kabalak yörenin Altıntaş’tan sonra en yüksek zirvesidir. Kabalaktan kuzeye baktığınız zaman Evliya çelebinin Tellibel dediği Yellibel ve Oyuklu zirveleri baş başa vermiş olarak bir yatay sıra oluştururlar. Ayrıca antik bir yerleşim yeri olup yapılan kazılarda roma ve bizans dönemi eserlere rastlanmıştır.

 

                        KAPICIK VE ÜÇ PINAR

 

Ermenek ve Güneyyurt’un üzerlerinde ki süren devasa kaya zincirleri kuşak dağlarıyla kendisini uçsuz bucaksız kepirlere bırakır. Buralar yörenin en susuz alanları olmakla beraber Dünyanın en kıymetli bitkilerinden Çaşır otuna mezralık yaparlar. Üssüz yaylasının Kavaklı tepesinden sonra Yukarı çağlar köyünün Orta yollar mevkii geçilince tabiat kendisini Allahın izniyle sulara ve koyu orman alanlarına teslim eder. Burada bulunan ilk su Üçpınar olup buradan sonra rakım düşerek Kapıcık geçildikten sonra Yörük bükü ve Teke çatına inilir.

Kapıcık mevkii antik bir mezar ve yerleşim alanıdır. Bütün eski yerleşkelerde olduğu gibi burada da bilinçsizce bir talan göze çarpar. Bütün yaylalarımızda en kaliteli ballar binlerce çiçek özünden arılar tarafından imal edilir ve iç ve dış piyasaya sürülür.


BİR AĞAÇ ÜÇ DAL; GÜNEYYURT YUKARIÇAĞLAR AŞAĞIÇAĞLAR

 

Altıntaş yaylasının zirvesinden, doğuya doğru baktığınızda kuzey ufuklarını kaplayan devasa kaya zincirlerinin hemen altında sıralanan üç yerleşim merkezi; Yukarı çağlar, Aşağı çağlar ve Güneyyurt.

Ermenek’ten batıya doğru beş km gittikten sonra Bileğiyle beraber sağ ufukları kuşatan Kuşak dağları yer yer bir gökdelenler kentini andıran dev kayalıklarla Boncuk çayırına kadar devam eder. İşte bu kayalara adeta yaslanan üç yerleşim yeri sıralanır; Güneyyurt, Yukarı Çağlar ve Aşağı Çağlar.

Binlerce yıl önce yapılan ve el işi göz nuru olarak kayalara oyulan tek kişilik, çift kişilik ve çok kişilik taştan barınaklarla donanmış bu kaya silsileleri bu üç beldeye sanki bir sur görevi üstlenmiştir. Birbirlerine çelik gibi kenetlenmiş olan bu kaya zinciri Boncuk çayırına varmadan İzvit keben’inde hep bir araya toplanırlar ve kafa kafaya vererek konuşurlar. Masallarda geçen devler gibi renk renk beden beden boy boy bu koca kayalar ve taşlar boyunlarını eğmişler ve dünyanın en ilginç şeklini oluşturarak ne konuşurlar acaba?

 

Ufuklarında kenetlenen ve birbirine geçen bu dev kayalar gibi bu üç yerleşim yerinin halkları da her bakımdan kenetlenmişler ve birbirleriyle hemhal olmuşlardır. Kimi kiminin kaynanası, kayını, eniştesi, dayısı, emmisi vb bir bağla bağlanmış ve adeta tek vücut olmuşlardır.

 

Gudaldan Elleye, Elleden Serpere, Serperden Finaza kadar sahilde avarları birbirine karışan halkımızın Üssüzden Sorkuna, Sorkundan Kayapınar’a, Kayapınar’dan Altıntaş’a, Altıntaş’tan Dedeliye, Dedeliden Tolbunara davarları da birbirine karışmakta ılkı’ları aynı yerde alınmakta ve Yılkı’ları aynı çayırda otlamaktadır.

 

Yaylalarımızın tapu sorunları, otlakıye meseleleri, su, aydınlatma ve yol mücadeleleri tamamen aynıdır ve tek koldan kuvvetli bir uğraşı gerektirmektedir. Kayalarımızın bile baş başa verip konuştuğu bir şeyin artık konuşulması vaktinin geldiğini düşünüyoruz.

 

BİR AĞAÇ ÜÇ DAL; GÜNEYYURT YUKARIÇAĞLAR AŞAĞIÇAĞLAR!

 

2010 Tüik verilerine göre Güneyyurt, 5200, Aşağı çağlar 1100,Yukarı çağlar 800 nüfusa sahiptir. Bu üç yerleşim yeri birleştiği takdirde 7500 e ulaşan nüfusuyla Türkiye’nin en büyük beldesini oluşturacaklardır.

 Havası, suyu, merası ve yaylaları karışmış olan bu üç beldenin birleşmesini halkımızın da isteyeceğinden eminiz. Ancak burada halkımızın koyabileceği çekincelerin yersiz olduğunu anlatmak için her yöreden bilge kişiler seferber olarak aydınlatma yapmaları gerekmektedir. Devlet yatırımlarından bir köyün aldığı payla bir beldenin aldığı pay arasındaki muazzam farkı belgelerle göstererek halkımızın karlı çıkacağı izah edilmelidir.

Bu şimdilik bir hayal sayılabilir ama benim akıllı ve uyanık halkım belki biz görmeyiz ancak bunu mutlaka gerçekleştirecektir.

Ben şimdiden, Kuşak pınardan girip tüm yaylalarımızı dolaşarak Yukarı ve Aşağı çağlara çıkan büyük bir yol görüyorum. Herkesin kendi özel aracıyla 45 km dolaşmadan 10-15 km gittikten sonra yaylasına varabildiği bir asfalt-sabitleştirilmiş şose düşlüyorum. 

Güneyyurt belediye başkanı Sayın Celil Yağız beyin bu konuda çok nadide fikir ve hayalleri olduğunu biliyorum. Kendileri birleşmede zarar edeceklerini düşünebilecek değerli vatandaşlarımıza karşı karlı olacakları konusunda her türlü bildirgeyi hazırlayacaklarını da taahhüt ediyorlar.

Bu yazı bu üç beldenin birleşmesi konusunda ki ilkyazıdır. İnşallah eli kalem tutan yazar ve çizer hemşerilerimiz yazı ve yorumlarıyla ve değerli fikir ve görüşleriyle konuyu gündemde tutacaklardır.

Burada özellikle “birleşme” diyorum, zira bu konu netice itibariyle Aşağı ve Yukarı çağlar halklarının yasal referandumuyla mümkündür. Referandumdan önce ise konu hakkında halkımızın aydınlanması çok önemlidir.

Bu konuda bizlere düşen ne ise yapmayı şimdiden taahhüt ederken Allaha emanet olmanızı dilerim.